İbrahim AKKURT

Lisans ve Yüksek Lisansını İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü’nde tamamladı. Kapadokya Üniversitesi Turist Rehberliği bölümlerinden mezun oldu Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Tarih Bölümünde Doktora eğitimine devam etmektedir. Marmara Üniversitesi ve Medipol Üniversitesi’nde Öğretim Görevlisi olarak dersler vermektedir. “Fatih Tarih Envanteri”, “Çanakkalepedia”, “Keşf-i İstanbul Gezileri”, “İstanbul'un Tarihi Mezarlıkları, Hazire, Kabir ve Türbelerinin Envanter Projesi”, “Yürü Keşfet İstanbul Projesi” lokasyon tabanlı Tarih, Kültür ve Turizm uygulaması, “Osmanlı Kültürel Mirası İzinde Medeniyetimize Yolculuk” Projesi, “İstanbul Tekkeleri Envanter Projesi”, “Zeytinburnu İlçesi’nin Tarihi Mekanlarının Tanıtım Tabelalarının Hazırlanması Projesi”, “Kültür Bakanlığı Tarihi Yarımada İmar Planı” Projelerinde “Tarihçi, Danışman ve Yazar” olarak görev almıştır. "İstanbul Tarih" ve "Tarihçe" Dergileri ile www.istanbultarih.com isimli internet sitesinin İmtiyaz Sahibi ve yazarıdır. “Fetvanın Gücü - Şeyhülislam Hasan Hayrullah Efendi”, “İstanbul'un 100 Sultan İkinci Abdülhamid Han Eseri", “Bakıp da Göremediklerimizle İstanbul” ,"Veziriâzam Davud Paşa ve Külliyesi", "Geçmişten Günümüze Bahçelievler" isimlerinde beş kitabı bulunmaktadır. TV ve Radyo programlarının yanı sıra, tarih alanında farklı konularda yurtiçinde ve yurtdışında seminerler vermekte, Bölgesel-tematik içerikli gezilerde rehberlik yapmakta, Tarih alanında projelerde danışmanlık hizmeti vermektedir. Akkurt, 33 ülke ve 130'a yakın şehirde tarih-kültür-medeniyet anlamında gezi ve incelemelerde bulunmuştur.

Edirnekapı Şehidliğinde Bir Gül; Aksiyon Adamı, Destan Şairi: Mehmed Akif Ersoy

Fikir ve şiir dünyamızda eşine az rastlanır bir deha… Bu coğrafyanın insanlarının zihinlerine “İstiklal Şairi” olarak kazınmış, ölümsüz eseri “Safahat” ile şiir dünyamıza ve gönüllerimize taht kurmuştur.

27 Aralık 2016 10:57
A
a

Mehmed Akif, Aralık 1873 tarihinde Fatih’in Sarıgüzel Mahallesi’nde dünyaya gelmiştir. Mehmed Akif’in babası Fatih Medresesi müderrislerinden İpekli Mehmed Tahir Efendi, Annesi ise Emine Şerif Hanım’dır. Akif’in babası Tahir Efendi aslen Arnavut, annesi Emine Şerife Hanım ise Buharalı bir aileye mensup idi.[1] Ünlü düşünür ve şair Sezai Karakoç, Akif’in ailesi ve kökeni ile ilgili şu yorumu yapar:



“Baba soyu Rumelili, ana soyu Buharalı, doğuş yeri Fatih: Yani tam bir Doğu İslâmlığının, Batı İslâmlığının ve Merkez İslamlığının bir sentezi bir çocuk”

Anne çizgisi, duyarlığı, sağduyuyu, kendini bir ülküye adayışı, şairliği getirecek; baba çizgisi, ataklığı, savaşkanlığı, yılmaz ve her vuruşmada daha da çelikleşen bir savaş adamını, gözüpekliği, korkmazlığı, ürkmezliği, umutsuzluğa sürekli olarak düşülmemeyi getirecektir. Doğuş yeri ise, verimli bir topraktır ki, tabiatta nice saçılıp da kaybolan iyi tohumların bir gramını bile ihmal etmez, değerlendirir, yemişlendirir.”[2]

Dönemin geleneklerine göre 4 yaş 4 ay 4 günlük iken ilköğrenimine Emîr Buhârî mahalle mektebinde başlayan Akif bu¬rada iki yıl okuduktan sonra Fâtih Muvakkithânesi’nin yanındaki ibtidâî mek¬tebine yazıldı (1879). Safahat’ta. “Hem babam hem hocamdır, ne biliyorsam kendisinden öğrendim” diyerek tanıttığı ba¬bası o yıl kendisine Arapça öğretmeye başlamıştı.[3]Akif’in babası Hoca Tahir Efendi, Fatih Medresesi müderrisliği yanında Mühürdar Emin Paşa ailesinin hususi muallimliğini yapmaktaydı. Hoca Tahir Efendi, Mühürdar Emin Paşa’nın oğullarından “ İbnülemin Mahmud Kemal (İnal)’in ilk hocalığını yapmış kişidir. Mehmed Akif’in de şiir merakı ders arkadaşı olan İbnülemin Mahmud Kemal ile birlikte deneme manzumeler yazarak başlamıştır.[4] Akif, Fatih Cami’de Esad Dede’nin; Hafız, Gülistan, Mesnevi gibi Farsça derslerine devam etmiştir.[5] Türkçe ve Fransızca derslerinde de akranlarından çok ileri olan Akif’in lisan konusunda bilhassa kabiliyetli olduğu görülüyordu.[6] Fâtih Merkez Rüşdiyesi’nden mezun olan Mehmed Akif (1885) Mülkiye Mektebi’nin İdâdî kısmına yazıldı. Edebiyat hocalığını Muallim Naci’nin yaptığı bu okulun üç yıllık ilk dönemini tamamlayıp yüksek kısmının birinci sınıfında okurken babasının vefatı üzerine (1888) daha kısa yoldan meslek sahibi olarak hayata atıl¬mak için o sırada yeni açılmış olan Mülki¬ye Baytar Mektebi’ne girdi (1889). Aynı yıl çıkan büyük Fatih yangınında evleri yanmıştır. Yaşadığı olumsuzluklara rağmen yılmadan çalışmasına devam eden Mehmed Akif, 22 Aralık 1893 tarihinde Halkalı Baytar ve Ziraat Mektebinden birincilikle mezun olmuştur.[7] Mektep yıllarında sporla, bil¬hassa güreşle meşgul oldu ve son iki se¬nede şiire olan ilgisini arttırdı.



Memuriyet Yılları
Mezuniyetinin ardından Ziraat Nezâreti Umûr-ı Baytariyye ve Islâh-ı Hayvanât umum müfettiş muavinliğiyle memuriyet haya¬tına başladı. Görev yeri İstanbul olmakla birlikte önce Edirne’de, daha sonra Ana¬dolu ve Rumeli’nin çeşitli bölgelerinde dolaşarak bulaşıcı hayvan hastalıklarıyla ilgili çalışmalar yaptı. Bir ara ordunun ihtiyacını karşılamak için gerekli alımları yapmak üzere Şam ve civarında dolaştı. Bu seyahatlerde köylüyü de yakından ta¬nıma imkânını elde eden, halkın dert ve meseleleri hakkında doğrudan bilgi sahi¬bi olan Mehmed Akif’in tesbit ve tahlilleri şiirlerine realist ve canlı tablolar halinde aksetmiş, çözüm tekliflerinin isabetli olmasını sağlamıştır. Sekiz on yaşlarında iken başladığı ve zaman zaman ara ver¬diği hıfzını da kendi kendine çalışarak bu sıralarda tamamladı. İstanbul’da bulun¬duğu yıllarda memuriyeti yanında Hal¬kalı Ziraat Mektebi ile (1906) Çiftlik Ma¬kinist Mektebi’nde (1907) kitâbet-i resmiyye hocalığı yaptı. II. Meşrutiyet’in ilânından sonra Ebül’ulâ Zeynelâbidîn (Ebül’ulâ Mardin) ve Eşref Edip’le (Fergan) birlikte devrin ilim ve fikir hayatın¬da önemli yeri ve tesiri olan, hemen he¬men bütün şiir ve yazılarının çıkacağı Sırât-ı Müstakim mecmuasını başyazarlı¬ğını da yaparak yayımlamaya başladı (27 Ağustos 1908). Aynı yıl İstanbul Darülfü¬nunu Edebiyat Şubesi’nde Osmanlı ede¬biyatı müderrisliğine tayin edildi. Mehmed Akif, Balkan Savaşı sırasında kurulan ve ileriki yıllarda Millî Mücadele’nin teşkilâtlanmasında önemli rol alacak olan Müdâfaa-i Milliyye Cemiyeti’ne bağlı Hey’et-i Tenvîriyye’ye (Hey’et-i İrşâdiyye) katıldı. Burada halkı edebiyat yoluyla uyandırmak ve aydınlatmak için Abdülhak Hâmid, Recâizâde Mahmud Ekrem, Süleyman Nazif, Hüseyin Cahit (Yalçın), Mehmed Emin, Abdülaziz Çâvîş, Cenab Şahabeddin ve Hüseyin Kâzım Kadri’yle beraber heyetin kâtib-i umûmîsi olarak çalıştı. Süleyman Nazif, bu çalışmalar es¬nasında heyetin başkanı olan Recâizâde’nin, Akif’in sanatını ve seciyesini takdir ederek ona milletin millî bir destana ih¬tiyacı bulunduğunu, bunu ise ancak kendisinin yazabileceğini söylediğini naklet¬mektedir.[8]



Destan Şairi
Mehmed Akif, Balkan savaşları sonunda memleketin içine düş¬tüğü vahim durum karşısında yeise düşmemek, birlikten ayrılmamak ve orduya yardım gibi konularda Fatih, Beyazıt ve Süleymaniye camilerinde metinlerini bu sırada adı Sebîîürreşâd olarak değişen dergisinde yayımladığı vaazlar vermiş ve Hakkın Sesleri’ndeki şiirleri yazmıştır.[9] Onun şöhretini arttıran, milletin bütün tabakalarına onun sesini duyuran, ruhlarda derin heyecan uyandıran onun bilhassa Balkan Harbi esnasında yazmış olduğu şiirlerdir. O acı ve ızdırablı hadiseler karşısında onun feryatları bütün gönüllerde müthiş fırtınalar meydana getiriyordu.[10] Akif, Vatanın içinde bulunduğu fırtınalı günlerinde ve herkesin telaşa kapılıp ümitsizliğe düştüğü anlarda, yazılarında ümit, sabır ve cesaret aşılamakta idi.

“Atiyi karanlık  görerek azmi bırakmak,
Alçak bir ölüm varsa, eminim budur ancak
Dünyada inanmam, hani görsem de gözümle
İmanı olan kimse gebermez bu ölümle
Ey dipdiri meyyit: İki el bir baş içindir
Davransana… Eller de senin baş da senindir!…
İş bitti, sebatın sonu yoktur deme, yılma,
Ey millet-i merhume sakın ye’se kapılma! ”

mısralarıyla insanların yüreklerine umudun sancağını diken kişi olmuştur.[11]Akif’in en çok sevdiği kelimeler; çalışma, azim, gayret ve umuttur. Sevmediği kavramlar ise; tembellik, azimsizlik ve karamsarlıktır.[12]



Akif, Milli Mücadele Dönemi’nde kürsülerden millete, adeta kükreyen bir aslan nidasıyla haykırarak, vatanı ve milleti ancak milletin azminin kurtaracağını şu mısralarla dile getirmiş ve milleti uyarmıştır:
“Sâhipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır.
Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar…
Uğraş ki: telâfi edecek bunca zarar var”

Akif’in şiirleri olmasa Çanakkale ve Milli Mücadelemiz zihinlerimizde bu kadar canlı kalamazdı. Çanakkale Harbi boyunca Çanakkale ile yatıp kalkan Akif, bu necip milletin aziz evlatlarının vatan savunmasındaki iman, azim ve aşkına şahid olmuş ve o kahraman askerlerimizi şu mısralarıyla övmüştür:

“Asım’ın nesli diyordum ya nesilmiş gerçek
İşte çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek.”

Bir devleti parçalamanın en iyi yolunun, o devleti oluşturan unsurları birbirine düşman etmekte, onları birbirine düşürmekte olduğunu gören mihraklara karşı uyanık olunması gerektiğini Akif, Safahat’ının çeşitli yerlerinde şu mısralarıyla dile getiriyordu:

“Hani, milliyetin “İslam” idi? Kavmiyet ne?
Sarılıp sımsıkı dursaydın a milliyetine.
“Arnavutluk” ne demek? var mı Şeriatta yeri?
Küfür olur, başka değil, kavmini sürmek ileri!
Arab’ın Türk’e, Laz’ın Çerkez’e, yahut Kürd’e
Acem’in Çinli’ye rüchanı mı varmış? nerede?
Müslümanlıkta “anasır” mı olurmuş? ne gezer?
Fikr-i kavmiyeti telin ediyor peygamber
“Felaketin başı, hiç şüphe yok ki cehaletimiz,
Bu derde çare bulunmaz-ne olsa-mektepsiz,
Ne Kürd elifbayı sökmüş, ne Türk okur, ne Arap;
Ne Çerkes’in, ne Laz’ın var bakın elinde kitap!
Hülasa milletin efradı bilgiden mahrum
Unutmayın şunu lakin “Zaman, zaman-ı ulûm”
Artık ey millet-i merhume, sabah oldu uyan!
Sana az geldi ezanlar, diye ötsün mü bu çan?
Ne Araplık, ne de Türklük kalacak aç gözünü!
Dinle Peygamber-i Zişan’ın ilahi sözünü”

Akif, bölünmüşlüğü, şahsi çekişmeleri, kendi değerlerini inkâr eden batı hayranlarını ve bütün bu oyunların arkasındaki batılı kuvvetleri de ağır bir dille eleştiriyordu:

“Tükürün milleti alçakça vuran darbelere!
Tükürün onlara alkış dağıtan kahpelere!
Tükürün Ehl-i Salîb’in o hayâsız yüzüne!
Tükürün onların aslâ güvenilmez sözüne!
Medeniyyet denilen maskara mahlûka görün!
Tükürün maskeli vicdânına asrın,Tükürün!”[13]

Akif, Mısırda. Soldan Sağa; Prens Abbas Halim Paşa, Mehmet Akif Ersoy, Em. Bahriye Mirılayı Nuri, 1908 Meşrutiyet Ayan Meclisi Üyesi Sami Paşa oğlu Halim, Ressam Halim Paşa, Eski Şura-i Devlet üyesi Kadri bey

Teşkilatı Mahsusa Yılları ve Seyahatleri
Mehmed Akif, 1914 yılı başlarında Abbas Halim Paşa’nın maddî desteğiyle Mı¬sır ve Medine’ye iki aylık bir seyahate çık¬tı. Harbiye Nezâreti tarafından istih¬barat çalışmaları yapmak üzere kurulmuş olan Teşkîlât-ı Mahsûsa’nın verdiği gö¬revle 1914 yılı sonlarında Berlin’e gitti. Batı’yı yakından tanımasına imkân veren ve üç ay kadar süren bu gezi sırasında Almanlar’a karşı savaşırken esir düşmüş İn¬giliz ve Rus tebaası müslüman askerle¬rin kamplarını ziyaret etti. Onlara savaştan sonra bağımsızlıklarını kazanmak için faaliyet göstermeyi telkin eden konuş¬malar yaptı Hâtıralar kitabındaki “Berlin Hâtıraları” adlı uzun manzumesi bu gezi¬nin intibalarıyla yazılmıştır. Aynı teşkilâ¬tın verdiği diğer bir görevle, Arabistan’¬da başlayan Şerif Hüseyin isyanına karşı devlete bağlı kabilelerin desteğinin deva¬mını sağlamak amacıyla teşkilât başkanı Eşref Sencer’in (Kuşçubaşi) idaresindeki bir heyetle Necid bölgesine (Riyad) gitti (Mayıs-Ekim 1915). Bu seyahatin deva¬mında ikinci defa ziyaret ettiği Medine ve Ravza-i Mutahhara’nın uyandırdığı duygularla, Cenab Şahabeddin ve Süley¬man Nazif gibi edebiyatçıların bir şahe¬ser olarak nitelediği “Necid Çöllerinden Medine’ye” manzumesini kaleme aldı. 1918 Temmuzunda Mekke Emîri Şerif Alî Haydar Paşa’nın daveti üzerine İzmir¬li İsmail Hakkı Bey’le birlikte Lübnan’da (Aliye) bulundu. Dönüşünde şeyhülislâm¬lığa bağlı dinî-akademik bir kuruluş olan Dârü’l-hikmeti’l-İslâmiyye’nin başkâtipli-ğine tayin edilen Mehmed Akif (Ağustos 1918) daha sonra kuruluşun aslî üyesi oldu (Ocak 1920). Müessesenin yayın or¬ganı olan Cerîde-i İlmiyye’nin idaresini de üstlendi. Bu arada İstanbul Dârülfünunu’nda Maarif Nezâreti’ne bağlı olarak kurulan Kâmûs-i Arabî Heyeti üyeleri ara¬sında yer aldı.[14]



Milli Mücadele Yılları
Dünya Savaşı’nın Osmanlı Devleti aleyhine sonuçlanması, ağır Mü¬tareke şartları ve yurdun işgaliyle Yunanlıların İzmir’e çıkması üzerine başlayan Millî Mücadele hareketine fiilen katılma kararıyla 1920 Şubatında Balıkesir’e gi¬den Mehmed Akif burada Kuvâ-yi Milliyeciler’le görüştü. Zağanos Paşa Camii ile çeşitli yerlerde halkı birliğe davet ve direnmeye teşvik maksadıyla vaaz ve konuşmalar yaptı. Bu sırada İstanbul’da yüksek maaşlı bir görevde bulunmasına rağmen Balıkesir’e, oradan döndükten sonra da Ankara’ya gitmeye karar verme¬si onun vatanseverliğinin açık bir gös¬tergesidir. Ayrıca halkın sevip saydığı bir Müslüman aydın sıfatıyla Millî Mücadele’ye katılması, bu hareketin İttihatçıların yeni bir macerası olduğu şeklindeki şüpheyi büyük ölçüde gidererek Kurtu¬luş Savaşı çalışmalarına önemli bir güç katmıştır. Nitekim bu sebeple ona “Millî Mücadele’nin manevî lideri” sıfatı veril¬miştir. Balıkesir’den İstanbul’a gelmesi¬nin ardından işgal altında çalışmanın da¬ha da zorlaşıp sansürün gitgide şiddet¬lenmesi yanında Ankara’dan Hey’et-i Temsîliyye adına gelen davet üzerine on iki yaşındaki büyük oğlu Emin’i de yanına alıp 10 Nisan 1920’de gizlice yola çıktı. Ali Şükrü Bey’le buluşarak Geyve’ye ulaştı. Buradan Büyük Millet Meclisi’nin açılışı¬nın ertesi günü Ankara’ya vardı (24 Nisan 1920). Hacı Bayram Camii’ndeki ilk vaa-zının ardından vazifesinden izinsiz ayrıl¬dığı gerekçesiyle Dârü’l-hikmeti’l-İslâmiyye’deki görevinden azledildi. Büyük Mil¬let Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa’nın teklifi üzerine Burdur mebusu seçildi (5 Haziran 1920). Haberi olmadan en yük¬sek oyu alarak Biga’dan da seçilmesine rağmen daha önce Burdur mebusluğunu kabul ettiğinden Mecliste bu sıfatla bulundu. Zaman zaman Eskişehir, Bur¬dur, Sandıklı, Dinar, Afyon. Antalya, Kon¬ya, Kastamonu gibi şehirlerde halka ve diğer bazı mebuslarla beraber cepheler¬de askerlere hitaben Millî Mücadele’yi teşvik eden konuşma ve vaazlarını sür¬dürdü. Bunların en önemlisi Meclis kara¬rıyla gittiği Kastamonu’da Nasrullah Ca¬mii’ndeki ünlü vaazıdır. Bu vaaz, son de¬rece ihatalı bir bakışla dünyanın siyasî va¬ziyetini tahlil edip Sevr Antlaşmasının bizim için nasıl bir felâket olacağını izah eden, onu yırtıp atmayı ve Batılı sömür¬gecilerin karşısına iman ve silâhla dikil¬meyi hayatî bir mecburiyet olarak telkin edip Millî Mücadele’yi büyük bir heyecan¬la teşvik eden önemli bir belgedir. Bu vaaz ve diğer konuşmalar, Akif’in İstanbul’dan ayrılırken arkasından gelmesini söylediği Eşref Edib’in İstanbul’da tekrar çıkardığı (25 Kasım) Sebîllîürreşâd’ın üç sayısıyla Ankara’da neşredilen (3 Şu¬bat 1921) ilk sayısında yayımlanmıştır. Ay¬rıca bu sayılar ve risale haline getirilen va¬azlar birkaç defa basılarak Anadolu’nun her tarafına ve cephelere dağıtılmıştır. Millî Mücadele’nin zaferle sonuçlanma¬sının ardından Büyük Millet Meclisi’nin aldığı seçim kararı üzerine yeniden te¬şekkül eden ikinci dönemde muhalefet grubuna mensup diğer milletvekilleri gibi Mehmed Akif de aday gösterilmedi.



İstiklal Marşı’nı Kaleme Alan “Milli Şair”
1920 yılının son aylarında Erkân-ı Harbiyye Riyâseti’nin isteğiyle Maarif Vekâ¬leti millî marş güftesi için bir yarışma aç¬tı. Yarışmaya 700’den fazla şiir gelmesine rağmen nitelikli bir manzume bulunamayınca konulan maddî mükâfat sebe¬biyle yarışmaya katılmayan Mehmed Akif in de bir marş yazması ısrarla isten¬di. Mükâfat şartının kaldırılması üzerine Akif şiirini tamamlayarak teslim etti. Meclisin 12 Mart 1921 tarihli oturumun¬da okunan şiir ittifakla İstiklâl Marşı güf¬tesi olarak kabul edildi. Ancak Meclis kararı olduğu için kazanana verilmesi zaruri hale gelmiş bu¬lunan nakdî mükâfat Akif tarafından alı¬nıp Dârü’l-mesâî adlı bir hayır cemiyeti¬ne bağışlanmıştır.[15]



Mısır Yılları
Ekim 1923’te Abbas Halim Paşa’nın da¬veti üzerine Mısır’a giden Akif in bu da¬veti kabulünde, kazanılan Millî Mücadeleden sonra ümit ettiği İslâm birliği ve bu birlikte Türkiye’nin önemli rol oyna¬ması idealinin gerçekleşememesinin do¬ğurduğu hayal kırıklığının büyük tesiri olmuştur. İki yıl kışları Mısır’da geçirip yazları Türkiye’ye döndüyse de 1928’in sonundan itibaren sürekli Mısır’da kaldı. Bunda da hak kazandığı emekli maaşının bağlanmamasından doğan geçim sıkın¬tısı ve hükümetin muhalif kabul ettiği birçok fikir ve siyaset adamı arasında kendisinin de polis takibine alınmasının ağırına gitmiş olması önemli rol oynamış¬tır.[16] Hayatı boyunca inanç ve idealleri için çalışıp mücadele eden Mehmet Akif, Milli Mücadeleden sonra bu inanç ve ideallerine aykırı gördüğü bazı uygulamalar nedeniyle Mısır’a gitti. Kahire’deki Cami’ül Mısriye adlı Mısır Üniversitesi’nde 9 sene Türk Dili ve Edebiyatı Profesörlüğü yaptı (1925-1935).[17]



Türkiye’ye Dönüşü ve Vefatı
Akif, 1936 Haziran’ında İstanbul’a gitmek üzere vapurla Mısır’dan yola çıkmış, bindiği vapur Çanakkale’den geçerken ve İstanbul Camilerinin silueti belirince gözyaşlarına hâkim olamamıştır. Vatanına sıhhati dâhil her şeyini kaybederek ve ölmek için gelen Akif, unutulduğunu kimsenin kendisini arayıp sormayacağını, istenmeyen adam olarak görüleceğini zannetmektedir. Fakat kendisinin ne kadar çok sevildiğini kendisini ziyarete gelenlerin çokluğu ile anlayacaktır. “Sessiz yaşadım, kim beni nerden bilecektir…” diyen Akif, 27 Aralık 1936 günü hürriyete âşık ruhu yorgun ve bitkin bir hale gelmiş bedeninden kurtulur ve bu özgür ruh aramızdan ayrılarak Hakk’a yürür.



Akif’in tabutu tek atlı bir arabayla Beyazıt Camii’ne getirilir. Tabuttaki Akif’in resmini gören bir tıbbiye öğrencisi, bu büyük ölümü üniversiteye haber verir. Bir yerlerden Türk bayrağı bulan üniversiteli gençler, Beyazıt Camii’ni doldururlar. Cenaze namazından sonra, Edirnekapı’daki mezarlığa kadar hiç kimse tarafından davet edilmeyen bir büyük kitle, hayatı ile eseri iç içe girmiş olan bu örnek şahsiyeti ebedî yolculuğuna uğurlar. Onun ölümü de hayatı kadar hazin olmuştur. Cenaze merasiminde devlet erkanı yoktu. Şatafat ve devlet töreni de yoktu. O, üniversite gençliğinin elleri üzerinde taşınarak ebedi istirahatgahına götürüldü. Mehmed Akif, Cumhuriyet Tarihi’nde kendisinden önce hiç kimseye nasip olmayan kalabalık bir cemaatle son yolculuğuna uğurlanmıştır.  Mezarı bile onlar tarafından yapıldı. Ama Akif, bugün Türk gençliğinin önünde bir karakter timsali olarak ışık saçmağa devam ediyor. [18]

Mehmed Akif’in cenaze merasimi; Üniversite gençlerinin elleri üzerinde kabrine götürülüyor.



Eserleri
Mehmed Akif’in yazdığı şiirleri Safahat isimli şiir kitabında toplamıştır. 7 kitaptan oluşan Safahat’ın konuları şunlardır.
1.Kitap: (Safahat) 1908-1910 yılları arasında yazılmış sosyal ve tarihi manzum hikayeleri, manzum tasvirleri, istibdadı kötüleyen şiirleri içine almaktadır.
2.Kitap: (Süleymaniye Kürsüsü’nde) Türk bayrağı altında İslam birliğini telkin amacıyla yazılmış, Rusya Türklerinden A. İbrahim Efendi’nin Süleymaniye‘de verdiği bir vaaz şeklinde düzenlenmiştir. Güzel tasvirler, manzum fıkralar, zamanın geriliğini anlatan parçalar vardır.
3.Kitap: (Hakkın Sesleri) Bazı ayet ve hadislerin manzum yorumlarıyla Türk halkını, İslam Birliği içinde iyimserliğe, kurtuluşa, yükselişe çağırır, yaraları tedaviye çalışır.
4.Kitap: (Fatih Kürsüsünde) İkinci kitapta adı geçen vaaz burada da daha olgun ve sistemli olarak “marifet ve fazilet” konularını işler.
5.Kitap: (Hatıralar) Şairin 1. Dünya Savaşı yıllarında yaptığı Berlin, Mısır ve Necid seyahatlerinin ibretli hatıraları olarak batıyı ve bizi değerlendirmesi bakımından önemlidir.
6.Kitap: (Asım) Aruza ve Türkçe’ye hakimiyeti bakımından en güzel eseri sayılan bu kitapta memleketi kurtaracak gençliğin sembolü olarak “marifet ve faziletle “ yüklü Asım ve nesli için sohbet tarzında düşünceler dile getirilir.
7.Kitap: (Gölgeler) Kurtuluşu müjdeleyen şiirleri ile Mısır’da yazdığı dini-lirik, karamsar ve bezgin manzumelerden oluşmaktadır.[19]


KAYNAKLAR

  • AKKURT, İbrahim, “Gür Sesli Yiğit Şair: Mehmed Akif Ersoy”, İstanbul Tarih Bülteni 2.Sayı, İstanbul 2010

  • DÜZDAĞ, M. Ertuğrul, “Mehmed Akif Ersoy”, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1998,

  • DÜZDAĞ, M. Ertuğrul, “Mehmed Akif Ersoy” Maddesi, Diyanet İşleri İslam Ansiklopedisi, 28. Cild, Ankara 2003,

  • ERSOY, Mehmed Akif, “Safahat”, Hazırlayan: M.Ertuğrul Düzdağ, Çağrı Yayınları, İstanbul 2008

  • http://www.mehmedakifersoy.com/safahat

  • KARAKOÇ, Sezai, “Mehmed Akif”, Diriliş Yayınları, İstanbul 1996,

  • NAZİF, Süleyman, “Mehmed Akif”, Hazırlayan: M.Ertuğrul Düzdağ, İz Yayıncılık

  • ÖZTÜRKMEN, Neriman Malkoç, “Mehmed Akif ve Dünyası”, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1990,

  • YÜCEBAŞ Hilmi, “Bütün Cepheleriyle Mehmed Akif”, Dizerkonca Matbaası, İstanbul 1958

[1] M.Ertuğrul Düzdağ, Mehmed Akif Ersoy, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1998, s.2.
[2] Sezai Karakoç, Mehmed Akif, Diriliş Yayınları, İstanbul 1996, s.8-9.
[3] M.Ertuğrul Düzdağ, Mehmed Akif Ersoy, Diyanet İşleri İslam Ansiklopedisi, 28. Cild, Ankara 2003, s. 432-439.
[4] İbrahim Akkurt, Gür Sesli Yiğit Şair: Mehmed Akif Ersoy, İstanbul Tarih Bülteni 2.Sayı s.27–29.
[5] Hilmi Yücebaş, Bütün Cepheleriyle Mehmed Akif, Dizerkonca Matbaası, İstanbul 1958, s.17.
[6] Ertuğrul Düzdağ, a.g.e., s.7.
[7] Ertuğrul Düzdağ, a.g.e. s.11.
[8] Ertuğrul Düzdağ, a.g.m., s.433
[9] Ertuğrul Düzdağ, a.g.m., s.434
[10], Hilmi Yücebaş, a.g.e.
[11] Mehmed Akif Ersoy, Safahat, Hazırlayan: M.Ertuğrul Düzdağ, Çağrı Yayınları, s.269
[12] Neriman Malkoç Öztürkmen, Mehmed Akif ve Dünyası, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1990, s.13
[13] Mehmed Akif Ersoy, Safahat, Hazırlayan: M.Ertuğrul Düzdağ, Çağrı Yayınları, s.259
[14] Düzdağ, Ertuğrul, a.g.m. s.434
[15] Ertuğrul Düzdağ, a.g.m. s.435
[16] Ertuğrul Düzdağ, a.g.m. s.435
[17] İbrahim Akkurt, a.g.m. s.29
[18] İbrahim Akkurt, a.g.m. s.29
[19] http://www.mehmedakifersoy.com/safahat


 

1000
icon

Henüz yorum yapılmadı,
İlk Yorum yapan siz olun...

duyurular DUYURULAR
editörün seçtikleri EDİTÖRÜN SEÇTİKLERİ
hava durumu HAVA DURUMU
anket ANKET

arşiv HABER ARŞİVİ
linkler LİNKLER
Bu haber ilginizi çekebilir! Kapat

İstanbul'dan Dünya'ya Tarih'in İzinde