Dr. Ali Okumuş

Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Görevlisi

Fransa’nın Cezayir’i İşgali

Cezayir bugün Kuzey Afrika devletleri arasında üç milyon kilometrekarenin üstünde bir coğrafya ile şüphesiz en büyük devlettir.

9 Eylül 2016 13:23
A
a
Ancak bu coğrafyanın beşte dördü Büyük Sahra çölüyle kaplıdır. Böyle bir coğrafyada bulunuyor olmasına rağmen bu bölgeni milattan önceki asırlara uzanan bir tarihi vardır. Osmanlı yönetimine girene kadar Cezayirliler, evvela Fenikeliler akabinde Kartacalılar ve sonrasında Roma egemenliği altında yaşadılar. İspanyolların Cezayir kıyılarına yanaşması neticesinde de, Hristiyanların yayılma tehlikesine karşılık Osmanlılardan yardım istediler. Bunun üzerine Yavuz Sultan Selim asker ve topçu kuvveti ile Oruç Reis ve Barbaros Hayrettin Paşa’yı Cezayir’e gönderdi. Birkaç sefer sonrasında nihayet 1525 senesinde Cezayir kat’i bir Osmanlı toprağı haline geldi. 

Osmanlı’da Cezayir “Garb Ocakları” olarak isimlendirilmektedir. On sekizinci asırdan itibaren de “Dayı=Dey” denilen valiler tarafından idare edilmektedir. Bu valilerin Osmanlı Devleti ile alakaları ara sıra hediye göndermekten ve seçimlerini onaylatmaktan ibaret kalmıştır. Öteden beri de korsanlıkla geçinmişlerdir.  1815 yılında toplanan Viyana Kongresi’nde korsanlığa son verilmiş ve bu işi yürütmek memuriyeti de İngiltere’ye tevdi edilmişti. Hemen ertesi yıl İngilizler bir donanma ile Cezayir limanlarını topa tutmuş ve Cezayir donanmasını batırmıştı. Bunun neticesinde de Cezayir Dayısı Hristiyan esirleri serbest bırakmayı kabul etmiş, aldığı fidyeleri ve donanma masraflarını geri ödemeyi kabul etmişti. Böylece Cezayir büsbütün zayıflamıştı. 

Coğrafi olarak Fransa’ya yakın olması hasebiyle eskiden biri burada gözü olan Fransızlar Cezayir’in içine düştüğü buhran-ı maliyeyi bir fırsat bildiler. Bu sırada Osmanlı’nın Ruslar ile savaş durumunda olması da işlerine yaradı. Diğer taraftan, 1820’lerin sonunda açık denizlerde hâkimiyet ve üstünlük sağlayan İngiltere’nin karşısında gerileyen Fransa, Cezayir’i ele geçirmekle Akdeniz’de müstemleke sahibi olacağı gibi İngiltere’ye karşı da Akdeniz’de daha kuvvetli mücadele edebilecekti. Bu maksadı gerçekleştirdiği takdirde de Akdeniz ticaretine ortak olmuş olacaktı. 

Bu düşüncelerle hareket eden Fransa’nın sebep olduğu bu kargaşalı dönemde, Cezayir’in dayısı olan İzmirli Hüseyin Paşa oldukça okur-yazar lakin son derece kibirli ve dünya ahvalinden tamamen gafil bir zattı.  Fransa 1797 yılında iki Cezayirli Yahudi tüccardan beş milyon frank miktarı borç para ve bir miktar hububat almıştı. Fransa bu borçların ödemesini durdurunca Dayı Hüseyin Paşa da bazı Fransız gemilerine el koydu. Bu hareket iki ülke arasında zaten bozulmuş olan diplomatik münasebetlerin tamamen durmasına neden oldu. Her şey bununla da sınırlı kalmadı; 29 Nisan 1827 günü Dayı Hüseyin Paşa, Fransız konsolosu olan Pierre Deval ile konuşurken sıra yukarıda bahsi geçen borç meselesine gelince konuşma bir tartışmaya dönmüş ve Hüseyin Paşa’nın elindeki yelpazeyi Fransız konsolosunun yüzüne vurmuş… Cezayir-i garp dayısı tarziye vermeyi de reddettiğinde mesele büyüyerek içinden çıkılmaz hale geldi. Bu hareketi Fransız Hükümeti hakaret olarak kabul etmiş ve hal-i hazırda durgun olan ilişkiler kopma noktasına gelmişti. 

Fransa Cezayir’i işgal için her ne kadar bu olayı bahane olarak ileri sürse de bu hareket önceden planlanmıştır. Hemen harekete geçildi. 16 Haziran 1927’de Fransa Cezayir’e savaş ilan etti. Aynı gün büyük bir donanma ile Cezayir sahilleri abluka altına alındı. Bu harekât derhal Osmanlı Devleti’ne bildirildi. Fakat bir netice hâsıl olmadı. Nihayet 1830’da Osmanlı devleti meselenin çözümü için Tahir Paşa’yı arabulucu olarak Cezayir’e gönderdi.  Tahir Paşa daha Cezayir’e varmadan gemisine Fransızlar tarafından el konuldu. Tahir Paşa da Toulun’a gönderildi.  

Osmanlıların Fransız işgaline teenni ile yaklaştıkları söylenebilir. Zira Osmanlılar diğer bir yanda Yunan işgali ile uğraşıyorlardı. Haddizatında Cezayir’e donanma gönderme imkânı da yoktu. Çünkü 20 Ekim 1927’de İngiliz Fransız ve Rus ortak donanması Osmanlı donanmasını Nevarin’de ateşe vermişlerdi. 

1830’da Fransa ciddi bir iç buhran yaşamasına rağmen 14 Haziran 1830 tarihinde Cezayir’e General Bourmond kumandasında bir donanma ile 37.000 kişilik bir ordu gönderdi. Böylece kendileri dünya milletleri tarafında içerisinde bulundukları buhran ile değil de aktif dış politikaları ile konuşulacaktı. Bu kuvvetle Cezayir’e çıkan Fransızlar 5 Temmuz günü Cezayir şehrini işgal ettiler. Bu şehirde Fransızlar ilk iş olarak orada bulunan Türkleri şehir dışına çıkarmak olmuştu. Bunu yaparken arta yerli halkı daha kolay idare ve sevk etmek düşüncesindeydiler. 

Bu işgali yapan Fransızların işgal süresince muayyen bir plan ve politikaları olmamıştır. İstedikleri şey Cezayir’in kendilerine bağlı bir müstemleke olmasıydı. Politikadan mahrum bunu ikame etmek mümkün değildi. İdare şeklinin yapılacak olan bir kongrede belirlenecek olması bir yönetim düşüncesinden ne derece mahrum bir şekilde işe girişildiğinin en güzel ispatıdır. 

Osmanlı’nın Cezayir’i geri almak için ciddi bir çaba sarf ettiğini de arşivde bulunan bir kısım vesikalar sayesinde anlamaktayız. Bunların bir tanesinde Fransızların yaptıklarının hukuk-i beşeriyeye muhalif olduğu, Devlet-i Aliye’nin bu hususa razı olmayıp malik olduğu eyaletten Fransızların ısrarla geri çekilmelerini istediklerini fakat onların da bildiklerinden şaşmadıkları ifade edilmektedir. Bu duruma tedbir olarak da Frenk devletlerini birbirlerine düşürmek maksadıyla Rusya’nın işe dâhil edilmesiydi.  Ancak bu tedbirin de başarılamadığı, belgede geçtiği gibi Fransızların bildiklerinden şaşmadıkları tarihi vakalarca sabittir. Nitekim 1836 yılına gelindiğinde Bab-i Ali Tunus’a bir donanma gönderecekti. Ancak bu da orayı kurtarmaya kâfi gelmeyecekti. Nihayet 1847 yılında yayımlanan ilk devlet salnamesinde Osmanlı eyaletlerini gösteren listeye Cezayir-i garp yazılmadı ve böylelikle Padişah, bu ülke üzerindeki hukukundan feragat etmiş oldu. 

Yine bir başka Osmanlı belgesinde de Fransızların Cezayir’i müstemleke haline getirme sürecinde oradaki halka nasıl davrandığını göstermesi bakımından manidardır. Burada ifade edilenin hulasası şudur ki; Cezayir vahasında daha saçları bile çıkmamış insanlar sefinelerle Frenkistan’a götürülmüş. Halk bin bir felakete düçar olmuş. Millet Fransızların zulüm ve ta’addisinden perişan bir vaziyete gelmiştir. Cezayir ahalisi evlet-i ıyallerini kaybetmiştir. Bütün bu sıkıntılara düşenler ise Devlet-i Aliye taraftarı olanlardandı.  Başka bir belgede ise Fransızların bu işgalden maksatlarının bir Arap devleti kurmak olduğu vurgulanmaktadır.  



Fransız yönetiminin Cezayir'de uyguladığı politikaya bir misal de dönemin Olağanüstü Yönetim Komutanı Jacques Massu'nun sözleridir:  "İşkence mi? Elbette işkence uyguluyoruz. Basının belli bir kesimi bu konuyu işleye işleye bizi bıktırdı. Fakat başka nasıl davranmamızı istersiniz?" Dönemin La Croix dergisi muhabirlerinden Bir baJacques Duquesne'nin müşahadeleri: "İşkence ve insanların kaybolması sorunları zihinleri devamlı bir şekilde meşgul etmekteydi. Erkekler, bazen de kadınlar tutuklanıyor ve daha sonra kendilerinden hiç haber alınamıyordu. Cesetlerinin taş bağlanarak denize atıldığı biliniyordu. Sayılarının genellikle 3 bini bulduğu ileri sürülüyordu, ama Cezayir Belediye Başkanı Jacques Chevallier, 5 bin gibi bir rakamdan söz açmıştı. Fransız askerlerin baskı ve sindirme yöntemlerine ırza saldırı ve köyleri ortadan kaldırma uygulamaları da dahildi. Bir askerin anlattığına göre, hastabakıcı olarak görev yaptığı birliğinde hemen hemen her sabah gece boyunca işkence gören kişileri tedavi ediyordu. Hemen hemen her yerde en çok uygulanan işkence şekli ise bazen kadınların cinsel organları da dahil olmak üzere vücudun her yerine elektrotlar yerleştirilerek cereyan vermekti. Diğer işkence yöntemleri ise insanı yok etme amacını taşıyordu. Kurbanın ya hortumla ağzının içine su sıkılıyor, ya tırnakları sökülüyor, ya başı su dolu küvete daldırılıyor ya da ayakları zorlukla yere değecek şekilde saatlerce bileklerinden asılı tutulması sağlanıyordu. Ve daha başka  yöntemler. Bütün bunları yazmak kolay değil. Ben bildiklerimin sadece çok az kısmını söyledim." 

Bu temel bilgilerden sonra şimdi de Fransızlar Cezayir’e girdikten sonra Cezayir’deki umumi vaziyete ve meydana gelen değişikliklere kısa bir göz atalım. Yukarıda bahsettiğimiz Fransızlar Cezayir’e girince yaptıkları ilk işin Türkleri buradan ihraç etme politikasının bir neticesi olarak halkın 10.000’e varan büyük bir kısmı Cezayir’den ayrılmıştı. Diğer taraftan 1830’da Cezayir’de mevcut olan 176 dini binadan 1862’de ancak 48 tanesi ayakta kalabilmişti 1911 senesine gelindiğinde nüfusun %70’ini Avrupalılar geri kalan %30’unu ise Müslümanlar teşkil ediyordu. Yine bu tarihte şehre baktığınızda eski Türk-Mağrip şehir yapısı gitmiş bunun yerine Avrupai şehir tarzı hâkim olmuştu. Bu görünümü tamamlayan Avrupai binalar ve sokaklar inşa edilmişti. 

Osmanlı Devleti Fransa’nın Cezayir’e saldırması karşısında, Cezayir-i Garp Ocağı’nın muvaffakiyet kazanacağı ümidiyle tarafsız kalmış, ancak Mısır valisinin işe müdahil olması engellemiştir. Bu da Fransızların Cezayir şehrine girmesine mani olamamıştır. Osmanlı Devleti’nin burada başarılı olamayışının en mühim nedeni ise; burasını direkt Fransa’nın karşında bulunan bir mıntıkada olması hasebiyle Dersaadet’e olan mesafesiydi. Fransa’nın kuvvetli bir donanması olması ve Cezayir’in de başka müstemlekelere ulaşmak yolunda stratejik bir noktada bulunması Fransa açısından kaçırılmaz bir fırsattı. Osmanlı’nın burayı koruması Nevarin’de donanmanın yakılması, çıkan isyanlar ile meşguliyet, Mısır valisi Mehmet Ali Paşa hadisesi gibi başka pek çok buhrana düşen devlet için imkânsızdı.  
Fransızların işgal ettikleri Cezayir'de Müslüman halka kötü muamelede bulundukları, Cezayir, Tunus ve Trablus ocaklarının aralarında birlik sağladıkları takdirde büyük bir kuvvet olacakları, Kostantalı Hacı Ahmed'in Bey veya Paşa unvanıyla görevinde bırakılmasının uygun olacağını gösterir belge sureti. Kaynak: Osmanlı Belgelerinde Cezayir, Ankara, 2010, s. 176.
 
 KAYNAKLAR 
Ercüment Kuran, Cezayir’in Fransızlar Tarafından İşgali Karşısında Osmanlı Siyaseti (1827-1847), Yenilik Basımevi, İstanbul, 1957, s. 3-4. 
İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C.4, Türkiye Yay., İstanbul, 1972,  s. 116
Midhad Sertoğlu, Mufassal Osmanlı Tarihi, C. 5, Türk Tarih Kurumu, Ankara, s. 2918.
A.g.e. s. 2918.
Cezayir’i Garp Ocağı ile Fransa arasında çıkan diplomatik mesele için padişahın Tahir Paşa’yı arabulucu olarak gönderdiğine dair ferman sureti için bakınız; BOA, İ.DUİT,139/ 7 Evahir-i Ramazan 1245, [25 Mart 1830]. Osmanlı Belgelerinde Cezayir, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Ankara, 2010, s.158-163. Aziz Samih İlter, Şimali Afrika’da Türkler, C.2, Vakit, İstanbul, 1937, s. 105-107. 
Kemal Kahraman, Cezayir (Osmanlı Dönemi), DİA, C.7, İstanbul, 1993, s. 488-489.
G. Yver, “Cezayir”, İA (MEB), C.3, 1977, s. 139.
BOA, DUİT 139/25, 2 Cemaziyel evvel 1249/17 Eylül 1833.
E. Kuran, Cezayir’in Fransızlar Tarafından… s. 60.
BOA, DUİT, 139/24, 4 Muharrem 1250/13 Mayıs 1834.
BOA, HAT, 22481, 29 Zilhicce 1250/28 Nisan 1835.
http://www.tarihcininyeri.net/forum/arsiv.html?topic=1018.0 (son erişim 06.05.2013)
G. Yver, “Cezayir”… s. 150-151.
E. Kuran, Cezayir’in Fransızlar Tarafından… s. 61.
1000
icon

Henüz yorum yapılmadı,
İlk Yorum yapan siz olun...

duyurular DUYURULAR
editörün seçtikleri EDİTÖRÜN SEÇTİKLERİ
hava durumu HAVA DURUMU
anket ANKET

arşiv HABER ARŞİVİ
linkler LİNKLER
Bu haber ilginizi çekebilir! Kapat

İstanbul'dan Dünya'ya Tarih'in İzinde