Tuna Nehrinde bir Seyahat ve bir Hoş Sohbet

Gezi Yazıları 12 Haziran 2020 20:03
Videoyu Aç Tuna Nehrinde bir Seyahat ve bir Hoş Sohbet
A
a

Ahmed Cevdet Paşa, hiç şüphesiz 19yy. ilim ve devlet adamları içerisinde ayrı bir yere sahiptir. Hâlihazırda üniversitelerin muhtelif alanlarında incelenen, karşımıza bir sosyolog, bir hukukçu, bir tarihçi, bir dilbilimci olarak çıkan Cevdet Paşa şahsiyeti gibi ilginç bir hayat hikâyesine de sahiptir.


Bosna’daki görevinden avdetinde henüz ilmiye sınıfındadır, Fransa’nın İstanbul Büyükelçisi (daha sonra Fransa Dışişleri Bakanı)  Marquis de Moustier ile Tuna yolculuğunda rast gelirler ve birkaç günlük yolda farklı konuları konuşurlar. Bir defasında dinî bir kavram olan ruhbaniyet hakkında tereddütleri olan Büyükelçiye, büyük dehâ Cevdet Paşa aşağıdaki cevabı verecektir. Sultan Abdülhamid’e arzlar arasından aktarıyoruz:


 
Osmanlı devletinin arazi nizamnamesini sormakla emlak ve arazi yöntemi hakkında kanun hükümlerini ve bu konuda tasavvufa ait değerlendirmelerimi anlattığımda çok memnun olarak (Marquis de Moustier): ‘‘Napoléon Bonaparte <eğer bir dine inanacak olsaydım Müslüman olurdum zira İslam dininde Clergé yani ruhbaniyet yoktur >dermiş. Hâlbuki bir müddet İstanbul’da kaldım ulema sınıfının clergé tarzında olan rütbelerini öğrendim. İşte siz de bu sınıfın en ileri seviyesinde bulunuyorsunuz ve bu resmi ruhanî sıfatınız sayesinde bunca yıldır asker vermekten kaçınan Bosna eyaletinde askeri ıslahatı uygulamada başarılı oldunuz. Napoléon buraya gelmediğinden gerçeği görememiş’’ dediğinde dedim ki: ‘‘Napoléon Bonaparte bu konuyu iyi araştırmış ve güzel söylemiş. Esasen İslamiyet’te Clergé yoktur ve La ruhbaniyyetü fi’l islam / İslam’da ruhbaniyet yoktur diye bir hadis vardır. Gördüğünüz sarıklılar Clergé değillerdir. Zira onların resmi bir ruhani sıfatı yoktur. Clergé’nin Hıristiyan halk hakkında uyguladıkları sıkı ruhanî uygulamalara Müslüman inancında olanlar tahammül edemez. Bir Hıristiyan çocuk doğar doğmaz vaftiz olmak, yani Hıristiyan defterine kayd ile gerçekten dünyaya gelmiş addedilmek için papaza muhtaç olur sonra Allah ‘a ibadet edebilmek yahut günahlarını affettirebilmek için de papazın aracılığına muhtaç olur.

 Neslinin devamını sağlamak için evlenebilmesi de papazın nikâh kıymasına bağlıdır. Ölülerinin ruhlarına bir hediye göndermek için papazın duasına muhtaç olur ve vefat ettiklerinde yer altına girmesi papazın varlığına bağlıdır. Papazın gelmesi gecikirse cenaze meydanda kalır. 

 Bir İslam çocuğu doğar babası kulağına ezan okur ve adını koyar. İmam efendiye muhtaç olmaz. Çocuk büyür okur ibadet usullerini öğrenir. Kendi kendine Cenab-ı Hakk’a ibadet eder. Öğrenmek için hocaya muhtaç olur ama ibadet için başkasının aracılığına ihtiyaç duymaz ve cemaat ile namaz kılacak olduklarında içlerinden birisi imam olur. Bununla beraber imamlık hizmetini yerine getirmek için bir camiye bir imam tayin adet olmuşsa da adet dinî bir zaruret olmayıp, imam efendi olmaz ise cemaatten biri imam olur, namaz kılınır. İslam inancına göre günahları ancak Allah affeder.  Gerekli olan ancak içten samimiyetle yalvarmaktır. Allah ile kul arasına başkası giremez. Bir erkekle kadın evlenmeye niyet ettiklerinde kendileri veya vekilleri nikâh kıyarlar. Fakat iki şahit huzurunda olmak gerekir. Bunun için hocaya muhtaç olmazlar. Gerçi nikâh kıyılırken imamların bulunması adet olmuştur. Lakin imamlar, nikâhı kıyanların isimlerini ve erkeğin kadına vereceği nakit para ile boşanma veya ölüm halinde verilecek nakdin miktarını kaydetmek üzere bulunurlar ki, bu da bir çeşit hizmettir. Bununla beraber imam veya bir hoca efendi uğur ve bereket için dua eder. Ama imam bulunmasa nikâh yine geçerli olur. Ve Müslümanlardan biri ölülerinin ruhlarına hediye göndermek isterse Kur’an okur veya fakirlere sadaka verir ve sevabını onların ruhuna bağışlar. Bu sevabı onların ruhlarına ulaştırmak için imam ve hocaya muhtaç olmaz. Ve bir kimse vefat ettiğinde onu yıkayarak cenaze namazını kıyıp gömmek her Müslüman’a farzdır. Yapmazlar ise günahkâr olurlar. Fakat cenazelerde imamlara bir miktar para vermek adet olduğundan bu görevi onlar yerine getirirler. İmam olmasa diğer kimseler bu vazifeyi yapmaya mecbur olur.      

               Velhasıl imam ve müezzin gibi sarıklılar hep birer vazife ve hizmet sahibi insanlardır. Onların diğer insanlardan fazla bir ruhanî sıfatları yoktur.
               …
 

 
Marquis de Moustier bu sözlerimi dinledi teşekkür etti. “Epey bir zaman İstanbul’da oturdum. Bu konuları lâyıkı derecede öğrenememişim.’’  

Dedim ki:

“Siz Beyoğlu’nda oturdunuz. Değil bütün İslamî meseleleri İstanbul’un vaziyetine bile gerektiği ölçüde vâkıf değilsiniz. Zira Beyoğlu, İslam dünyasıyla Avrupa arasında geçittir. Siz oradan İstanbul’u dürbün ile görürsünüz. Lakin kullandığınız dürbünler hep çarpıktır.’’


İşte Cevdet Paşa böyle ruhbaniyet meselesini birçok örnek ile izah eder. İstanbul’a tek başına Beyoğlu’nun tercüman olamayacağını ifade eder, Üsküdar ve Kadıköy ile Beyoğlu ve Suriçi ile bir bütün olan İstanbul’a bu vesile ile işaret eder.  Büyükelçi Marquis de Moustier daha sonra Mehmed Emin Âli ve Fuad Paşa ile konuşurken Cevdet Paşa ile olan görüşmesinde ötürü memnuniyetini şu sözler ile ifade edecektir:

‘Ulema sınıfında böyle bir kişi olduğunu bilmiyordum.’’

 
Kaynak: Sultan Abdülhamid’e arzlar, Ma‘ruzât - Ahmed Cevdet Paşa BKY Yay. İstanbul 2010 Yay Haz: Yusuf HALAÇOĞLU

OSMAN NİHAT BİŞGİN
1000
icon

Henüz yorum yapılmadı,
İlk Yorum yapan siz olun...

duyurular DUYURULAR
editörün seçtikleri EDİTÖRÜN SEÇTİKLERİ
hava durumu HAVA DURUMU
anket ANKET

e-gazete E-GAZETE
arşiv HABER ARŞİVİ
Bu haber ilginizi çekebilir! Kapat

İstanbul'dan Dünya'ya Tarih'in İzinde