İstanbul’un Kapıları

Tarih 14 Kasım 2016 09:35
Videoyu Aç İstanbul’un Kapıları
A
a

Osmanlı İmparatorluğu’nda kapı nesnel manasının haricinde başka anlamlara da gelmekteydi. Kapılanmak, Kapı kulu, kapının eşiği gibi sık sık karşımıza çıkan ve kullanılan deyimlerden de anlaşıldığı gibi hayatımızda çokça yeri olan kavramlar arasındadır.

 
Doğu Roma’nın yedi tepe üzerinde kurduğu şehr-i kadim, feth-i mübinle çehresini değiştirmiştir. Geleneğin ve simgelerin çok kuvvetli olduğu o devrilerde Doğu Roma’nın halefi olduğunu kanıtlamak isteyen Sultan Muhammed fethin ardından yaptırmış olduğu saraydan( Saray-ı Atik) başka bir saray yaptırmak istemiştir. Yapımına 1470’lerde başlanan Saray-ı Cedid’in İstanbul’un birinci tepesi olan Zeytinlik tepesinde yaptırılması bittabi tesadüf değildi. Kadim Bizans sarayının burada bulunmasından kaynaklanan simgesel hakimiyetten ötürü Saray-ı Cedid bir platform aracılığıyla o devirde metruk bulunan yere ibna ve inşa edilmiştir. Bu simgesel geçerlilik sadece saray için geçerli değildi. Devletin ve Devletlûların yaptırdığı mekan ve yapı seçimi sözünü ettiğimiz simgeler üzerinden gerçekleşmiştir.
 
Yek diğer kavram ve simge ise “kapı”dır. Osmanlı İmparatorluğu’nda kapı nesnel manasının haricinde başka anlamlara da gelmekteydi. Kapılanmak, Kapı kulu, kapının eşiği gibi sık sık karşımıza çıkan ve kullanılan deyimlerden de anlaşıldığı gibi hayatımızda çokça yeri olan kavramlar arasındadır.


 
Mamafih İstanbul’un Osmanlılaşmasıyla birlikte oluşan en önemli kapı Bâb-ı Hümayûn’dur. 1478’de Sur-u Sultanî’nin yapımına başlanmasıyla Ayasofya’nın karşısında inşa edilen Bab-ı Hümayun dönemin ihtişamını ve mimari tarzını yansıtması bakımından çok önemlidir.
 
Açılıp sabh-u dem mısraları Bab-ı Hümayunun
Cemal-i mihri kaldı matla-ul-envar divanı
 
Sarayın şehre açılan merasim kapısı olan Bab-ı hümayun bir zafer takı görünümüne sahiptir. Kapı’nın üstünde Abdülaziz döneminde yanan ahşab Fatih köşkü bulunurdu. Kapı içerisindeki sağ ve sol tarafta bulunan iki kapı ise bu köşke ve Saray Kapıcılarının( 400 civarında bu kapıyı koruyan kapıcı vardı) odaları ile muhallefat hazinesinin bulunduğu odaya açılırdı. İstanbul’un ilk Osmanlı yapılarından olan Bab-ı Hümayun’un Ayasofya’ya bakan cihetine Ali b. Sufi’nin,  Hicr Suresi’nin 45.-48. ayetlerini yazdığı enfes bir müsenna hattı vardır. Fatih devrine ait inşa kitabesi de müsenna hattın altında bulunmaktadır.  Kitabenin altında ise II. Mahmud tarafından tamir ettirildiği anlaşılan Adli mahlaslı tuğrası bulunmaktadır. Kapının iki yanında bulunan muhafız yerleri alınlıklarının sağ tarafında “es-Sultanü zillullahi fi’l arz” sol tarafında ise “Ya’va ileyhi külli mazlum” yazmaktadır. Kapının diğer çehresinde ise Abdülaziz’in tuğrası, kapının Ayasofya’ya bakan cihetindeki müsenna hattın kopyası Abdülfettah tarafından yazılmıştır. Müsenna hattın hemen altında ise Saf Suresi’nin 13. Ayeti bulunmaktadır. Sağ ve sol tarafta kapıcıların beklediği alanların alınlıklarında ise kelime-i Tevhid yazılıdır.  Abdülaziz döneminde esaslı bir tamirat gören Bâb-ı Hümayûn XVII. yüzyıla kadar devletin en önemli kapısı olmuş ise de XVI. yüzyılda başlayan siyasi çekişmeyi Bab-ı Âli kazanmıştır. Sarayın güçlü olduğu klasik devirde, sabah namazını Ayasofya’da eda eden devlet ricali, Divan’ın toplantılarını başlatmak için Bab-ı Hümayun’un önünde İftitah Merasimi yaparlardı.  İftitah merasiminde sadrazam alkışlanır,( Alkış, şuan anladığımız şekilde iki elin çırpılmasından meydana gelen ses değildir. O dönemde övgüye alkış denirdi.) duagünün duasıyla Bab-ı Hümayun açılır ve protokol, sırasıyla saraya duhul olurdu.  Ayrıca sancağa çıkacak olan şehzadelerin alayları debdebeli bir şekilde bu kapıdan başlardı. Sefer zamanında nadir olmakla birlikte Tuğ-ı Hümayun buraya konurdu. Bab-ı Hümayun sadece merasimlere sahne olmamıştır. İsyan zamanlarında asiler Bab-ı Hümayun önüne gelmiş ve istedikleri kelleler buradan onlara teslim edilmiştir. Tabi bu yaptıkları yanlarına kâr kalmamış, devlet isyanı kontrol altına alınca aynı asilerin kelleleri burada günlerce sergilenmiştir.
 
Padişah kapısı’ndaki Divan-ı Hümayun toplantıları klasik dönemde sabah namazıyla başlar, Matbah-ı Amire’den tepsi tepsi yemeklerin geldiği öğle vaktinde sona ererdi. Divan-ı Hümayun üyeleri yemeklerini yedikten sonra saraydan ayrılırlardı. Ancak tek divanları Divan-ı Hümayun değildi. Sadrazamın öğleden sonra düzenlediği İkindi Divanları, Divan-ı Hümayun’da hitama erdirilememiş olan meseleleri hallederdi. Bu cümleden olarak Paşa Kapısı Osmanlı İmparatorluğunun ikinci kapısı hükmündeydi. Paşa Kapısı, XVII. yüzyılın sonlarında Divan-ı Hümayun’un törensel mahiyet kazanmasıyla birinci derece önem arz etmeye başlamıştır. Bu kapı XVIII. yüzyıldan itibaren Yüce Kapı manasına gelen Bab-ı Âli adını alacaktır. Mamafih Paşa Kapısı yani Sadrazamın konağı, klasik dönemde Bab-ı Hümayun’a yakın olmak koşuluyla muayyen yerlerde kurulmuştur. At Meydanı’ndaki Makbul/ Maktul İbrahim Paşa’nın Konağı’nı buna örnek gösterebiliriz. Bab-ı Âli’nin önem kazanmasıyla birlikte Sadrazam görevine gelen zat kendi konağından taşınıp Sadaret Kapısının olduğu mahale( şimdiki İstanbul Valiliği) yerleşirdi. Bu dönemden Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışına kadar bir hükümet görevi görecektir. Bu etkinlik Tanzimat Dönemi dediğimiz Abdülmecid ve Abdülaziz’in saltanatı dönemlerinde Mustafa Reşid, Âli, Fuad ve Kıbrıslı Mehmed Paşaların etkinliğinde daha çok hissedilecektir. Hatta Âli Paşa Bab-ı Âli’nin bağımsızlığını savunmuş ve devlet bu zatların elinden yürütülmüştür. Konunun ehemmiyetinin pekişmesi açısından, Abdülaziz’in Âli Paşa’nın vefatı ardından “şimdi padişah olduğumu hissediyorum” cümlesini söylemesi yeterli olacaktır. Bu önemli Kapı’nın hamisi ise Yeniçeri Ocağı’nı kaldırdıktan sonra 1830’larda Bab-ı Âli’nin çehresini değiştiren Nezaretleri( bakanlık)  kurmuş olan II. Mahmud’dur. Alay Köşkü’nün karşısında olan Bab-ı Âli kapısı mermerden yapılmış olmakla birlikte geniş bir saçak ve kubbeyle örtülmüştür. Kapının iki tarafında nöbetçi yerleri olarak belirlenmiş nişler ve çeşmeler vardır. Bab-ı Âli’nin alınlık kısmında bir kitabe ve II. Mahmud’un tuğrası vardır. Kapı neo-klasik tarzda yapılmış ihtişamlı bir kapıdır.



Osmanlı İmparatorluğu’nun en önemli sınıflarından yekdiğeri olan seyfiye sınıfının işgal ettiği alan ise Et meydanından Edirnekapı’ya kadar olan ve Yeniçeri Odalarının bulunduğu mevkiidir. Yeniçeri ağası ise Ağa kapısı makamı ise el’an İstanbul Müftülüğünün bulunduğu Bab-ı Meşihattı. Yeniçeri Ocağı’nın 1826’da ilgasının ardından burası Bab-ı Meşihat’a intikal etmiştir. Yeniçeri Ocağı yerine kurulan Asakir-i Mansure-i Muhammediye ordusunun kışlası Ağa Kapısının güneyinde Fatih’in yaptırdığı Saray-ı Atik’in kalıntıları yıktırılarak kurulmuştur. Böylece Bab-ı Seraskeri kapısının nüvesi oluşmuş oldu. II. Mahmud daha sonra Seraskerlik makamını ihdas etmiştir. Günümüzdeki zafer takı görünümündeki anıt kapı Abdülaziz tarafından Fransız mimar Bourgeois’ya yaptırılmıştır. Kapının üst tarafında Cumhuriyetten sonra T.C yazılı plaka ile örtülmüş yakın zamanda gün yüzüne çıkarılmış olan Abdülaziz’in tuğrası bulunmaktadır. At nalı şeklindeki hafif kemerin alınlığında Daire-i Umur-ı Askeriye yazılı olmasının yanında sağ tarafında Fetih Suresi’nin 1. ayeti olan “ İnna fetehna leke fethan mübina- Biz sana apaçık bir fetih yolu açtık” yazmaktadır. Sol tarafında ise aynı surenin “ Ve yensurekallahu nesran aziza-Seni kıymetli bir zaferle destekledik”  3. ayeti vardır. Yeşil üzerine altın varak olarak yapılan celi-sülûs hattı Şefik Bey yazmıştır. Diğer cihetinde ise Kazaskesker Mustafa İzzet Efendi’nin hattıyla tarih beyti “ Askere nüzhet kulu tebşir eder tarihini, Lütf-i Şah Abdülaziz açtı der-i nasr-ı aziz” vardır. Neo- klasik- Mağrib uslublarının karışımı olan kapının batı kısmında Biniş doğu kısmında Şehzadeler köşkü olmak üzere iki köşkü de vardır.
 
Osmanlı’nın devlet kapılarına kapılanabileceğimiz son kapı ise Bab-ı Meşihattır. Evvelen Yeniçeri Ağasının kapısı olan bu kapı Yeniçerileri unutturmak amacıyla ilmiye sınıfının kapısına dönüştürülmüştür. II. Mahmud’dan önce şeyhülislamların makamı diğer bablarda da gördüğümüz gibi kişinin kendi konağı olmuştur. Kurumsallaşma önündeki engellerden biri olmasının yanında sicillerin haleflere aktarılmasında da sorun olan bu durumu II. Mahmud hitama erdirmiştir. Gittikçe önem kazanacak bu kurum ilmiye sınıfının işgal ettiği bir yer olacak ve son dönemde sık sık yapılan Meşveret Meclislerinin toplandığı yer olacaktı. Ayrıca görevden alınan şeyhülislamın halka duyurulması Bab-ı Meşihat’ın önündeki fenerin söndürülmesiyle ilan edilecekti. Bab-ı Meşihat’ın alınlığında bulunan mermer üzerine hakkedilmiş altın yaldızlı 1242 tarihli tarih beyitleri Keçecizade’ye aittir ve şöyle demektedir; Devleti dâim ola hazret-i Han Mahmud’un / Sâyesinde olup âsûde hemîşe ulemâ /Seyf ü hâmeyle idüp destini Mevlâ teyîd / Bir eline kılıç aldı bir eline Fetva/Hakk-ı nimet ne imiş bilmeyenlerin hali budur / Âb-ı tîğ u kalemi kıldı ocağı itfâ /Nice nush itdiler ol şirzime-i mekrûha / Ulemanın sözünü eylemediler isgâ/Âkibet yerlerin Allah nasîb etti bize / Dar-ı Fetvaları itmiş idi anlar yağma /Ömrü oldukça mübarek ide bi’l-istihkâk / Müfti-i a’lem olan Tahir efendi’ye Hüdâ/Nûr-ı adli ile mahv itti zalâm-ı zulmü / Rûz u şeb eyleyelim hüsrev-i devrâna dua /Melce-i ümmet ide  haşre kadar bâbını Hak / Dura ol şâh-ı cihân tâ dura şer’-i Mevlâ/Hâk-i pây-i şeh-i devrâna teşekkür kıldı / İki cevher gibi tarihle izzet-i füzelâ / Ağa Kapısı’nı virdi bize Sultan Mahmud / Bâb-ı tezvir idi hak kıldı makam-ı iftâ.

Kapılar çevresinde çizilen kroki Osmanlı İstanbul’un tabiri caizse kaymak tabakasının yani üst düzey bürokratların, devlet adamlarının ve alimlerin bulunduğu bir mevkii idi. Son döneme gelene değin önemini korumuş bu alanın harici taşra olarak görülmüş ve önemli ne kadar isim var ise saray ve çevresindeki bu kapılar etrafında konaklarını inşa ettirmişlerdir.

 

1000
icon

Henüz yorum yapılmadı,
İlk Yorum yapan siz olun...

duyurular DUYURULAR
editörün seçtikleri EDİTÖRÜN SEÇTİKLERİ
hava durumu HAVA DURUMU
anket ANKET

e-gazete E-GAZETE
arşiv HABER ARŞİVİ
Bu haber ilginizi çekebilir! Kapat

İstanbul'dan Dünya'ya Tarih'in İzinde