GÖNÜL COĞRAFYAMIZA YOLCULUK BALKAN TURU GEZİ NOTLARI

Yurt Dışı Geziler 6 Ekim 2017 16:04
Videoyu Aç GÖNÜL COĞRAFYAMIZA YOLCULUK BALKAN TURU GEZİ NOTLARI
A
a

Gönül coğrafyamıza Balkanlara seyrüsefer var. Bir Türk'ün gönlünde nehir varsa Tuna'dır,dağ varsa Balkan'dır.Vakıa Tuna'nın kıyılarından ve Balkan'ın eteklerinden ayrılalı kırk üç sene oluyor.Lakin bilmem uzun asırlar bile o sularla o karlı tepeleri gönlümüzden silebilecek mi? Zanneder misiniz ki bu hasret yalnız Rumeli'nin çocuklarının yüreğindedir?


Evet zihnimizde Üstad Yahya Kemal’in bu güzel satırları yüreğimizdeki heyecan ile birlikte hazırlıklarımızı tamam edip Gönül coğrafyamıza yolculuğumuzun tarihine erişiyor ve 6 Ağustos 2017’de İstanbul Tarih Balkan’ı yeniden fethe çıkıyor…
 
Balkan Turu 1.Gün: Kosova- Makedonya
 
Tarihler 6 Ağustos Pazar 2017 olduğunda özlem ile beklediğimiz İstanbul Tarih ve Kültür derneğince planlanmış ve organize edilecek Balkan Turu Gönül Coğrafyamıza yolculuk gezisi için hazırlıklarımızı tamamlayıp sıcak bir İstanbul Sabahı yola revan oluyor ve uçağımızın kalkacağı havalimanına doğru yola koyuluyoruz. Havalimanındaki işlemlerimizi tamamlarken teknik sebeplerden dolayı Makedonya Üsküp uçağının 1 saat süre ile rötar yaptığını bilgisini alıyoruz yetkililerden, aslında bu rötar heyecanımızı biraz olsun yatıştırır diye düşünürken biraz daha çoğalıyor belki de  vakit tamam olup uçağa biniyor ve ilk durağımız olacak Üsküp Havalimanına doğru hareket ediyoruz.Üsküp havalimanına indiğimizde bizleri programımızı müşterek olarak yapacağımız ve rehberlik hizmetini üstlenen Emel Travel yetkililerinden Elvir Sadikovic beyefendi karşılıyor Elvir Bey’in Osmanlı topraklarına hoşgeldiniz demesi ile turumuzun adının neden gönül Coğrafyamıza yolculuk olduğunu bir kez daha anlıyor ve idrak ediyoruz.Evet Elvir abi doğru söylüyor bu topraklar hala bizim topraklarımız ne biz buralardan çekilmişiz ve gitmişiz nede bu coğrafyanın insanları  bizden kopmuş bu sıcak karşılamanın ardından Balkan turu boyunca şöförlük hizmetini üstlenen ve çok değil kısa sürede tanıyıp kaynaşacağımız Hacı Nevzat Amcanın da yardımları ile eşyalarımızı otobüsümüze yükledikten sonra  ilk durağımız olan Şehid Sultan Dedemiz Sultan I.Murad-ı Hüdavendigar Türbesinin yer aldığı Kosova topraklarında bulunan Priştina'ya doğru yola koyuluyoruz.Yol boyunca seyreylediğimiz manzaralar, geçtiğimiz köyler, gördüğünüz tarlalar bu coğrafyanın her hali ile bizden parçalar taşındığını müşahede ediyor ve turumuza da bu vesile ile ısınmaya başlamış oluyoruz.Rehberimiz Elvir abiden öğrendiğimize göre Üsküp Kosova arası 15 km imiş bize biraz garip geliyor tabi havalimanına iniyorsunuz ve 15 km sonra başka bir ülkeye giriş yapıyorsunuz fakat Balkanları belki de biraz da bu hali farklı kılıyor iç içe olmaları.Kosova sınırında pasaport işlemleri için biraz eğleniyor sonrasında yolumuza devam ediyoruz ve nihayet Priştina'ya ulaştığımızda devletimizin yaptığı hizmeti yerinde görüyor yukarıda zikrettiğim ne biz bu topraklardan çekilmişiz ne de buralar bizden kopmuş sözünün somut halini görmüş oluyoruz.
 
Tika  tarafından yapılan ihya çalışmaları neticesinde Dedemiz Şehid Sultan Murad Han'ın türbesinin yenilediğini gelen ziyaretçiler için bilgi amaçlı bir ek bina inşa edildiğini ve müze görevi gördüğünü öğreniyoruz. Görevli arkadaşların vermiş olduğu bilgiler ve müze ziyaretinden sonra Meşhed-i Hüdavendigar’a yani Şehid Sultan I.Murad Han’ın iç organlarının bulunduğu türbesine  geçiyoruz burada bizi yıllarca ve nesillerce türbedar hizmetini devam ettiren Orta Asyalı bir aileden olan Saniye teyzemiz karşılıyor Saniye teyzemizin verdiği bilgileri dinlerken konuşması arasında Türkiye'ye yani Devlet-i Ali Osman'a  Dedelerinin torunlarına olan hayranlığını sıkça dile getiriyor ve hayır dualarda bulunuyor  bizlerde bu manzara karşısında duygularımızı saklayamıyoruz tabi ki,  zaten bu toprakları bu hali ile görüp duygulanmamak elde olamasa gerek.Saniye teyzenin verdiği bilgileri kendine has güzel şivesi ile dinledikten sonra dedemiz Şehid Sultan Murad Han’ın türbesini ziyaret ediyor  ve Öğle namazını türbe mescidinde eda ettikten sonra yeniden yola koyuluyor ve ikinci durağımız olan Prizren'e doğru yola çıkıyoruz.
 
Piriştine ve Prizren arası yaklaşık 75 km Prizren bölgenin en ünlü dağlarından Şar dağlarının yamaçlarına yaslanmış ilk görünümü itibariyle küçük bir Saraybosna izlenimi veren üç tarafı dağlarla çevrili olan çok güzel bir şehir. Prizren'e ulaştığımızda burada bizi tüm heybeti ile Sinan Paşa Camii Şerifi karşılıyor Sinan Paşa Camii de yine Tika tarafından ihya edilmiş bir Camii.Grubumuza verilen bir saat serbest zamanın ardından tekrar Akşam namazı için Sinan Paşa camiinde buluşmak üzere sözleşip ayrılıyoruz. Prizren sokakları, taş köprüleri sıcak kanlı ve samimi Kosova halkı bizleri selamlıyor.Serbest vaktimizde Prizren sokaklarında gezerken  altmış yaşlarında olan Mehmed Amca ile karşılaşıyor ve kısa bir sohbet imkanı buluyoruz.  Mehmed amcanın Türkiyeden geldiğimizi ve Türk olduğumuzu öğrendiğinde yüzü gülüyor ve Türkiye'de olup biteni her zaman yakından  takip ettiğini anlatıyor bize. Mehmed Amca'nın yanından  ayrılırken bizlere muhabbetle sarılması aslında yıllarca özlemle beklediği bir akrabasına sarılması gibiydi ki bu toprakların yeniden Osmanlı adaletini Muhabbetini beklediğinin de en açık göstergesiydi belki de.Yaşadığımız bu güzel olayda gezimiz sırasında unutamayacağımız anılar arasında yerini alıyor tabii akşam namazını Sinan Paşa Camii Şerifi’nde cemaat ile birlikte eda ettikten sonra kalacağımız otelin yer aldığı Makedonya Üsküp’e  doğru yeniden hareket ediyoruz ve yaklaşık 2 saate yakın süren yolculuğun ardından şehre ulaşıyor ve ilk günün yoğunluğunda verdiği zaman kaybından dolayı biraz geç olsa da akşam yemeği için hazırlanan yere geçiyoruz. Hiç huyumuz değildir ama anlatmak maksadı ile biraz bu yemekten bahsetmek gerekir diye düşünüyorum Elvir abiden öğrendiğimiz kadarıyla menümüzde yer alan yemek  Makedonya’ya has bir yemek ve buraların en ünlü ve sevilen yemeği imiş şimdi size desem ki önce kuru fasülye ardında da köfte geldi diye tabii biraz şaşırırsınız fakat böyle olmadı biz daha çok şaşırdık çünkü yemeğimiz  üstte köfteler ve altında kuru fasülye bulunan küçük güveçler içinde geldi önümüze grubumuzdaki misafirleri pek bilemem ama yemek bana çok fazla geldi hoş Balkan turu boyunca sürekli karşılaşacağımız porsiyonların çok fazla oluşunu da ilk günden görmüş olduk aslında.Yemeğin ardından gelen Balkan tatlısını yerinde yemenin hazzı da başkaydı tabii “Triliçe” belki de ben fazla seviyorum bu tatlıyı ondandır.Yemeğin ardından ilk günün vermiş olduğu yorgunluğumuzla birlikte Vardar Nehrine nazır sakin  bir yerde bulunan kalacağımız Otel’e ulaşıyor istirahata çekiliyoruz ve bu vesileyle Gönül Coğrafyamıza yolculuğunuzdaki birinci günümüzü de ardımızda bırakmış oluyoruz.
 
Balkan Turu 2.Gün: Makedonya
 
Gönül Coğrafyamıza yolculuğumuzun ikinci gününün sabahına konakladığımız Vardar Nehrine nazır çevresi ağaçlar ile sarılı küçük şirin Otelde uyanıyor ve sabah kahvaltısının ardından  Üsküp şehir turu için otelden  ayrılıyoruz.Turumuzun sonraki günlerinde bize mihmandarlık edecek Emir Bey de bize katılıyor öncelikle şehir hakkında genel bilgi edinmek amacı ile otobüs ile şehir de panoramik tur yapıyoruz birinci günde olduğu gibi Elvir abinin anlatımıyla şehrin sosyal,siyasi ve genel yapısı hakkında bilgiler ediniyoruz.Panoramik turun ardından otobüsten indiğimizde de şehrin hemen her yerinde her önemli kurum binası yada önemli meydanlarında yer alan Ülkenin tarihinde yer edinmiş şahısların heykelleri bizleri karşılıyor. Rehberimiz Elvir Abi burada dün heykel yoktu bugün var sanırım gece yaptılar ben bir çoğunu bilmem ne zaman ve ne ara yapıyorlar anlamıyorum sözleri ile heykel yapımının ne denli yoğun olduğunu mizansen yaklaşımı ile bizlere aktarıyor.Bu kadar heykel arasında istemesek de bir kaçına değinmek gerekiyor Vardar nehrinin gayri Müslim nüfusunun yoğun olarak yaşadığı tarafta Büyük İskender’i at üzerinde tasvir eden heykel rehberimizden öğrendiğimize göre Avrupa’nın da en büyük heykeliymiş köprüyü geçip biraz ilerlediğinizde ise bu sefer bizi aynı şekilde devasa bir heykel daha karşılıyor öğrendiğimize göre bu heykel de Büyük İskender’in Babası II.Filip'e ait üç katlı olarak tasarlanmış bir heykel bu heykelde en üstte Filip aşağı katlarında ise eşi ve çocuğu olan Büyük İskender tasvir edilmiş asıl bizi ilgilendiren ve benim de en çok dikkatimi çeken nokta bu heykelin Vardar nehrinin diğer yakasında yani Müslüman nüfusun yer aldığı noktaya yapılmış olması bu heykellerin neden bu denli çok yapılıyor olduğunu da bizlere açıklıyor aslında bu durum.Evet Vardar nehrinin bir yakası gayri Müslim, Hıristiyan nüfusunun olduğu diğer yakası ise Türk mahallesi de diyebileceğimiz Arnavut ve Makedon nüfustan oluşan Müslümanlara ait bölge olarak karşımıza çıkıyor aslında özetle grubumuz misafirlerinden Selman Hocamızın tabiri ile nehrin bir yakasında pizza yeniyor ise diğer yakasında sizleri lezzetli Arnavut börekleri karşılıyor  unutmadan Türk Müslüman yakasına geçmeden değineceğimiz bir yerde Rahibe Terasa'nın doğduğu yer olan bölge ve beraberindeki klise bu bölgede çok bile kaldık aslında bizim turumuzu yapmaktaki amacımız asıl olanımız bizim olana doğru yol alıyor ve Türk çarşısına giriyoruz burada bizi ilk olarak taş sokaklar tarihi binalar Üsküp Türk çarşısı karşılıyor ve evet diyoruz biz bizim olana ulaştık Elvir Abinin anlatımı ile çarşı hakkında genel bilgiler alıyor ve Murat Paşa Camiine doğru devam ediyoruz.Camii önüne ulaştığımızda ilk dikkatimizi çeken Camii önünde bulunan üç adet çeşme oluyor. Her kesimden ziyaretçilerin sıcak havalarda su içebileceği serinleyebileceği çeşmeler gölgede 40 dereceyi bulan sıcakta bu çeşmelerden su içtiğinizde ecdadımızı tekrar hayır dua ile anıyorsunuz.İkinci günümüzün sonraki durağı olan Kalkandelen'e hareket öncesi grubumuza verilen serbest zamanda çarşı turumuza devam ediyor ve her ne kadar bu bölgede çay bulmak zor olsa da bir Arnavut kardeşimizin börekçi dükkanında özlediğimiz çaya da kavuşuyoruz serbest zamanın ardından Üsküp ile olan beraberliğimize nihayet verip (Tetove) Kalkandelen'e doğru yola koyuluyoruz yaklaşık bir saatlik yolun ardından Kalkandelen'deki ilk durağımız olan Alaca Camii Şerifine ulaşıyoruz.
Alaca Camii yapımını bu bölgeli Kalkandelenli iki kız kardeş Hurşide ve Mensure adlı hanımların üstlendiğini öğreniyoruz Allah (cc) rahmet eylesin. Camii mimari yapısı iç ve dış avlusu iç dekorasyonunda kullanılan renkleri ve işlemeleri ile bizleri kendine hayran bırakıyor.Buralara Kalkandelen'e yolu düşenlerin muhakkak görmesi gereken bir Camii öğle namazını da burada eda ettikten sonra gene aynı yol üzerinde bulunan Kanuni Sultan Süleyman Han’ın vezirlerinde olan Harabati Baba (Server) Ali Paşa tarafından yaptırılan Harabati Baba  Tekkesine ulaşıyoruz. Şu anda burada tekke görevlisi olarak vazifede bulunan Cemali Bey'den tekkenin yapımı geçirdiği zor dönemler ve genel tarihçesi hakkında  bilgiler alıyoruz kendisinin özverili ve içten anlatımı ve yöreye özgü şivesi, anlatım sırasında üzerimizde ayrı bir etki bırakıyor.Tekke ziyaretimizi tamamlayıp sonraki durağımız olan Resne'ye doğru yolumuza devam ediyoruz yaklaşık bir buçuk saat devam eden yolculukta gördüğümüz tek renk sanırım yeşil oluyor Balkanların bir çok yeri böyle yeşil, bu güzel ahenk insanı tam anlamı ile sarıyor adeta, yolculuğumuzun sonunda nihayet Makedonya’nın en önemli turizm şehirlerinden olan Resne'ye ulaşıyoruz burada İttihat ve Terakki'nin en ünlü üç simasından biri olan Resneli Niyazi'nin evi bizleri karşılıyor ev diyoruz fakat küçük saray aslında buradaki küçük molanın ardından akşam konaklayacağımız otelin bulunduğu yere Ohrid'e doğru yolumuza devam ediyoruz.Ohrid’te akşam yemeğinin ardından şehirde kısa bir akşam turu için zaman buluyoruz şehrin en hareketli caddesinin ilerlemiş  saate karşın çok kalabalık olduğunu lokantaların, mağazaların hala açık olduğunu görüyoruz.Serbest zamanın ardından şehirden uzakta Ohri gölüne nazır ormanlık alan içinde bulunan konaklayacağımız otele geçiyor ve ikinci günümüzü de böylelikle tamamlamış oluyoruz.
 
Balkan Turu 3.Gün:   Makedonya- Arnavutluk- Karadağ
 
İkinci günün sonunda konakladığımız Ohrid Gölü manzaralı Otel'in teras bölümünde yaptığımız sabah kahvaltısının ardından Ohrid şehir turu için yola koyuluyoruz Ohrid'e ulaştığımızda saatlerimiz de henüz dokuz suları fakat sabahın  yakıcı güneşi ve sıcak hava hemen kendini hissettiriyor.Ohrid te bizleri şehir turu için rehberlik yapacak Musa bey karşılıyor  şehir hakkında genel bilgiler edindikten sonra Ohrid'in  bol yokuşlu taş sokaklarında buluyoruz kendimizi. Ohrid’in tarihi evleri ki bu evler bizim Safranbolu ve Odunpazarı evleri ile birebir benzerlik gösteriyor.Evlerin küçük balkonları, balkondaki küçük saksılar da bulunan rengarenk çiçekler, şehrin tarihi sokaklarına ayrı bir renk katıyor.Bu efsunlu sokaklarda ilerlerken bir çoğumuzun hatırlayacağı üzere Elveda Rumeli Dizisinin bir çok bölümünün bu sokaklarda ve aynı sokak üzerinde bulunan bazı evlerde çekildiğini öğreniyoruz rehberimizden.Yolumuza devam ediyor ve Ohrid'in Ayasofya'sı olarak da bilinen tarihi kilisenin önüne ulaşıyoruz.Rehberimiz Musa Beyin kilise hakkında bilgi verirken söylediği bazı cümleler hemen dikkatimi çekiyor, burada yaşayan Hıristiyan nüfus ve tabii yansıması olan rehberlerin ve tarihçilerin gelen insanlara Müslümanların burada bulunan Kiliseleri yıktıklarını ve yerlerine camiiler yaptıklarını anlattıklarını ve insanlarda bu şekilde bir algı oluşturduklarını aktarıyor o an içimden geçen duygular bambaşka tabii Dedemiz Cennet Mekan Sultan Fatih Hazretleri İstanbul fethedilipte şehre girildiğinde ilk önceliği Ayasofya oluyor ve tabii İhyası öyleki bildiğiniz üzere Ayasofya'nin içinde bulunan mozaikler bile kireç marifeti ile kapatılmış ve zarar görmesi engellenmiştir evet çünkü Ceddimiz gittiği topraklara  Ilayi Kelimetullah için gidiyor imha değil ihya ve imar ediyordu işte tüm bu gönlümüzden geçenler böyle iken bu anlatılan safsataların ne kadar amaçlı ve bilinçli yapıldığını da bir kez daha anlamış oluyoruz.Bu duygular ile beraber yolumuza kaldığımız yerden devam ediyor Ohrid'in bol yokuşlu taş sokaklarında yürüyüşümüze devam ediyor ve Ohrid kalesine ulaşıyoruz.Burada rehberimiz bizden ayrılıyor. Grubumuz Ohrid Kalesi ve serbest şehir turu için için tekrar şehir meydanında buluşmak üzere ayrılıyor.Biz de bu fırsatı kaleye çıkmanın en iyi zamanı olarak değerlendiriyor ve kaleye doğru birazda hızlı adımlar ile ilerliyoruz Kaleye ulaştığımızda kalenin tüm şehre hakim tepede bulunduğunu görüyoruz ve tabi ki muhteşem bir manzarası olduğunu da, kalan zamanımız da kale surlarında fotoğraflar çektiriyor ve şehrin en güzel yerinden bu manzarayı temaşa etme fırsatı buluyoruz.Bize ayrılan serbest zamanın daralması nedeni ile tekrar geldiğimiz yokuşlu taş yollardan hızlı adımlar ile kararlaştırılan Ohrid şehir meydanında toplanıyor ve Otobüsümüz ile Arnavutluk'a doğru yolumuza devam ediyoruz.Yaklaşık bir buçuk saatlik yolculuğun ardından Tiran'a ulaşıyoruz ve otobüs ile kısa bir şehir turunun ardından Ethem Bey camii Şerifine geçiyoruz  öğle namazını burada kıldıktan sonra Camii çıkışında  hemen Camii önünde bulunan İskender Bey Meydanı ve bu meydanda bulunan İskender Bey’e ait  heykeli görüyoruz.Arnavutluk’a fazla zaman ayıramasak da İskender Bey’e bilgi amaçlı biraz değinmek gerekir diye düşünüyorum Arnavutların ulusal kahramanı olarak bilinen  asıl adı Gergi olan İskender Bey Arnavutluğun feodal hanedanlıklarından Kastriyota hanedanındandır.
Babası Arnavutluk topraklarındaki Akçahisar bölgesini denetimi altında tutan Con Kastrioti, 1421 yılında  Sultan II.Murad Han’a yenildikten sonra Osmanlı egemenliğini kabul eder ve oğlu Georgi'yi Osmanlı sarayına rehin olarak gönderir  Edirne'de II. Murad'ın hizmetinde bir iç oğlanı eğitimi gören Georgi Müslüman olur ve İskender adını alır. Osmanlı sarayına alındığı zaman 18 -19 yaşlarında olan İskender Osmanlıda önemli askerî hizmetlerde bulunur  Anadolu ve Rumeli seferlerine katılır ancak  1443 yılında Morava Muharebesi sırasında kaçıp sancak beyi olduğunu ilan eder ve  sahte bir fermanla Kruja kalesini ele geçirir. Bölgede hatırı sayılır sayıda kale ve geniş toprak sahibi olduktan sonra İskender Bey, İslamiyet'i reddettiğini ve ailesi ile ülkesinin intikamını almak için başkaldırdığını ilan ede.Ayaklanmanın sembolü olarak da üzerinde çift başlı kartal olan kızıl bayrak seçilir ve  1468'de ölümüne kadar Osmanlı Devleti'nin Arnavutlukta yerleşmesine karşı mücadele eder işte İskender Bey yani namı diğer Gergi İslamiyet ile şereflenme lütfuna erişmiş fakat bu lütfun hakkına erememiş bir zat.Tiran Osmanlı Devleti tarafından kurulmuş ve yüzlerce yıl Osmanlı himayesi altında kalmış bir şehir. 1912 yılında Osmanlı egemenliğinden çıkan Tiran, Sırp ordusu tarafından işgal edilmiş. 1920 yılında ise ülke bağımsızlığını kazanmış ve Tiran ülkenin başkenti olmuş. Bu kısa bilgilerin  ardından Tiran şehir turuna kaldığımız yerden devam ediyoruz. Tiran'da bütün bakanlıklar ve Cumhurbaşkanlığı binası genişliği ile hemen dikkatleri çeken aynı cadde üzerinde bulunuyor.Programımız gereği Tiran ile birlikteliğimize son veriyor ve ziyaretimizi tamamlayıp Işkodra’ya doğru yola devam ediyoruz İşkodra'ya ulaştığımızda bizi müstahkem İşkodra kalesi karşılıyor.Tabii biz artık kale konusunda antrenmanlıyız biz bu Kaleye’de çıkarız desek de uzun bir uğraşın  ardından kaleye çıkabiliyoruz aslında.Çıkması zor fakat kaleden inmesi de bir hayli meşakkatli çünkü zeminde yer alan taşlar kaygan olduğu için Kale inişinde  yere kapaklanmamak için de ayrı bir çaba sarf etmek gerekiyor.Fakat kalenin zirvesine ulaşıp muhteşem İşkodra manzarası ile birleşen Bojana nehri bizleri neden bu denli zahmete katlanıp zirveye kadar çıktığımızın  nedenini tüm güzelliği ile açıklıyor.Kalenin zirvesinde insan kendini kuş gibi hissediyor tüm şehrin ayakları altında olduğunu görüyor.Kale surlarında  eşsiz manzara eşliğinde fotoğraflar çekiliyor ve gezimizin bu anını da fotoğraflar ile kalıcı hale getirmiş oluyoruz.İşkodra'yi ve Bojana nehrinin bu güzel manzarasını temaşa ettikten sonra Karadağ Tuzi şehrine doğru tekrar yola koyuluyoruz.Tuzi şehri Arnavutluk sınırı yakınlarında İşkodra Gölü'nün birkaç kilometre kuzeyinde yer alan bir şehir.Tuzi’ye gidiş sebebimiz aslen Nizam Camii Şerifi ve Camii içinde bulunan haziredeki  Osmanlı Tuzi  şehitliği. Sultan Fatih'in Karadağ'ı fethi sırasında şehit olan askerlerin ve daha sonraki yıllarda ise o bölgede yaşamını yitiren Osmanlı askerlerinin defnedildiği, son olarak da Balkan Harbi sırasında salgın hastalıktan dolayı şehit olan 400 askerin toprağa verildiği Tuzi şehitliği kaybolma tehlikesi içindeyken yine Devletimiz eliyle Tika’nın ihya çalışmları neticesinde ayağa kaldırılmış.  Tuzi Şehitliği Ecdadımızın yüz yıllar boyunca ebedi istihratgah’ı olan bir şehitlik. İşkodra'dan çıktıktan kısa bir süre sonra Tuzi’ye ulaşıyoruz akşam konaklayacağımız Karadağ’ın başkenti Podgorica’daki otelimize varış saatimiz için belirlenen sürede daralmış oluyor, tabii biz yinede Sultan Fatih’in şehid askerleri, ecdadımızı ziyaret için çaba gösteriyoruz  fakat Camii’nin yeri konusunda yaşadığımız sıkıntı ve çevre sakinlerinin de bu konuda yetersiz kalmaları nedeniyle mecburen Tuzi Şehitliğini bir sonraki Balkan Turumuz için aklımızın ve gönlümüzün bir köşesinde nakşediyoruz ve bölgede bulunan bir Camii de ikindi namazını kıldıktan sonra Podgorica'da bulunan Otel’e doğru tekrar yola koyuluyoruz Otele ulaştıktan sonra akşam yemeğinin ardından Balkan turumuzdaki 3. günümüzde güzel hatıraları ile birlikte sona ermiş oluyor.
 
Balkan Turu 4.Gün:  Karadağ
 
Gönül Coğrafyamıza yolculuğumuza Karadağ Podgorica'da konakladığımız Otel'de yaptığımız kahvaltı sonrası devam ediyoruz.Şimdiki ilk durağımız Bar şehri rehberimizden de edindiğimiz bilgilere göre Bar şehri bölgenin en güzel şehirlerinden  biri. Bar şehrine doğru devam ederken yol boyunca ilk dikkatimizi çeken durum Balkanların genel coğrafi özelliği olan sarp dağlar ve virajlı yollar ama yeşil buraların en güzel yanı baktığınız her yer yeşil bu durum insanı dinlendiriyor tabiki.Yolumuz üzerinde olan küçük tatil köyü Sutomore'den geçerken yol üzerinde elinde sobe yazılı tabelalar taşıyan kişileri görüyoruz rehberimize bu kelimenin ne anlama geldiğini sorduğumuzda Emir ağabey daha önce yaşadığı komik bir olayı bizlerle paylaşıyor Türkiye’den gelen gruplardan biri ile bu kasabadan geçerken gruptaki amcalardan biri yazıyı fark eder ve Emir abiye sorar Oğlum yaz günü bu insanlar neden soba satmaya çalışıyor diye, gülüyoruz tabii güzel ülkemin güzel insanları her yerde olduğu gibi buralarda da güzel anılar bırakmışlar.Bu arada sobe kelimesinin de kiralık oda anlamına geldiğini öğreniyoruz.Adriyatik Denizi kıyısında yer alan Bar şehrinin tam karşında İtalya’nın Bari şehrinin bulunduğunu ve eski dönem isminin ise Antibarium olduğunu öğreniyoruz. Bar şehrine girdikten sonra ilk durağımız bu bölgede yaşayan hayırsever bir şahsı muhterem'in verdiği arazi üzerine Turkiye'nin verdirdiği destek ile inşa edilen Selimiye Camii oluyor.Yeni inşa edilen bu camii iç yapısı ile kendine hayran bırakıyor bizleri.Ziyaretimiz sonrası Eski Şehir Bar'a doğru devam ediyoruz.Eski Bar şehri taş ve yokuşlu sokakları ile bizleri karşılıyor dar sokaklarda adım adım yukarıya Ömerbasic Camiine doğru ilerliyoruz yol boyunca yolun her iki yanında da hediyelik eşya satan dükkanları görmek mümkün yokuşu bitirip Ömerbasic Camiine ulaştığımızda Camii’nin bu bölgede yaşayan bir aile tarafından 17. yüzyılların ortalarında inşa edilmiş olduğunu öğreniyoruz camii içinde Osmanlı dönemi mezar taşları ve camii haziresi ilk dikkatimizi çeken yönü oluyor tabi bizim dikkatimizden kaçan yerleri de Gezimiz boyunca olduğu gibi Selman Hocamızın dikkati,ilgisi ve bilgisi sayesinde görmüş oluyor ve bilgi ediniyoruz bunlardan biri de Camii dış duvarında bulunan sancak asımı için ayarlanmış olan sancak yeri oluyor.Ömerbasic Camii ziyaretinin ardından yola devam ediyor ve Camii’ye yaklaşık yirmi beş otuz metre yakınlıkta olan Derviş Hasan Tekke Camiine ulaşıyoruz.Bu Camii 1610’larda inşa edilmiş ve Eski Bar şehrinin hakim tepesinde yer alıyor. Eski Bar şehrini Camii ziyaretlerimiz ile noktalıyor ve tekrar çıktığımız dar taşlı sokakları ağır ağır inerek bir sonraki durağımız Budva şehri için otobüsümüze doğru ilerliyoruz. Bar ve Budva sahil kenarı ve tatil köyü olduğu için buraların  trafiği de Istanbul'u aratmıyor hani. Rehberimizden Budva kelimesinin boğa anlamına geldiğini öğreniyoruz. Budva yeşil ile mavinin buluştuğu noktada ve yine denize hakim bir tepe de yer alıyor.Bu tatil kenti öğrendiğimize göre dünya gündeminde yer alan önemi isimleri de tatil zamanı ağırlayan bir şehir durumundaymış. Budva şehir turunun ardından bir sonraki durağımız Kotor şehri için yolumuza devam ediyoruz.Kotor coğrafi olarak sarp bir kayalık alanın eteklerinde yer alan bir sahil şehri.Eski Şehir Bar'da olduğu gibi burada da ilk dikkatimizi çeken özellik İtalyan mimarisin şehir üzerine ki etkisi dar ve taşlı sokaklar binaların tek tip ve yeşil renkli pencereleri göze çarpan özellikleri, bizleri burada karşılayan yerel rehberimiz eşliğinde şehir turu yaparken şehrin tarihi, mimarisi ve genel yapısı hakkında bilgiler alıyoruz.Şehrin tam hakim tepesinde yer alan 13.yüzyıllarda yapılmış olan kale ve bu bölgeyi çevreleyen hakim surları ile şehrin en eski tarihi yapısı konumunda.Bu kale 1539’da Barbaros Hayreddin Paşa tarafından kuşatılır fakat alınamaz kalenin müstahkem yapısına söylenecek bir söz yok tabii fakat ben kalenin düşmeme nedeninin kalenin müstahkem yapısı ile alakalı değil donanma ile alakalı oluşmuş olacak sorunlardan kaynaklı olduğunu düşünüyor ve araştırılması elzem bir konu olarak bir kenara not ediyorum.Grubumuza verilen serbest zamanda yine şehir turuna devam ediyoruz. Tabi bu arada ihtiyaçlarımızı yanımıza aldıktan sonra turumuzun Karadağ bölümünü tamamlayıp asıl olana, bizim olana Gönül Coğrafyamızın başkenti olan Bosna Hersek'e doğru yola revan oluyoruz. Yaklaşık 3 saatlik bir yol bizleri bekliyor. Bosna sınırına ulaşıp sınırı geçtikten sonra Emir abi mikrofonu eline alıp Topraklarıma, memleketime ve memleketinize hoş geldiniz deyince o güzel duygular eşliğinde bir kez daha anlıyoruz ki bu topraklar bizim bu insanlar bizden aynı Ecdadın torunlarıyız.Emir ağabey devam ediyor Bosna Hersek hakkında bilgiler aktarmaya tarihi,sosyo-ekonomik ve siyasi yapısı hakkında bilgiler ediniyoruz. Tarihte Bosna ve Hersek'in iki farklı krallık olduğunu ve bu bölgelerinde aslında Bosna Ve Hersek bölgeleri olarak iki ayrı bölge olduğunu öğreniyoruz.Hersek bölgesi coğrafi olarak çok sarp ve dağlık fakat gözümüzün gördüğü her yer yeşil insanın hayran kalmaması elde değil. Poçitel'e doğru yola devam ediyorken yol boyunca yol kenarlarında  belirli yerlere koyulmuş  üzerine canlı portre fotoğraflar bulunan plakalar ve bu plakaların  etrafında da  çiçekler olduğu dikkatimi çekiyor aynı durum Makedonya’dan Kosova’ya doğru geçişimiz sırasında da dikkatimi çekmiş fakat o an için sormayı unutmuştum bu portre plakalar için benim iki tahminim oluyor biri savaş sırasında hayatını kaybedenler için yapılmış bir hatıra simgesi ikincisi de bu yol üzerinde trafik kazasında hayatını kaybedenlerin hatırası için yapılmış olabilceği nitekim Emir abi'ye sual edince ikinci tahminim doğru çıkıyor Ortodoks ve Katolik halkın trafik kazasında hayatını kaybetmiş yakınları için hatıralarını yaşatmak amacı ile yapılan bir adet olduğunu öğreniyoruz.Bizlere farklı gelen bu adet  Balkanlarda yaşayan Hıristiyan halkın devam ettirdiği bir başka özellik olarak karşımıza çıkıyor. Bosna Hersek’te ilk durağımız olan Poçitel’e doğru yolumuza devam ederken Hersek bölgesinde bir çok Sırp kasabasının olduğunu ve bu kasabaların bazılarının girişlerinde Sırp bayraklarının asılı olduğunu görüyoruz bize bu durum çok garip geliyor fakat Balkanlar’ın Osmanlı himayesinden çıktıktan sonra geçirdiği zor dönemler ve son olarak özellikle Bosna’nın bu topraklarda  yakın tarihimizde yaşadığı büyük sıkıntıları düşününce bu durumun bölge için ne anlama geldiğini de anlıyoruz tabii.Akşam saatleri yaklaştığında Poçitel’e ulaşmış oluyoruz Mostar’ın girişinde bulunan Poçitel tam bir taştan şehir dar taş sokakları, hamamı, medresesi, kervansarayı, evleri ve Camii ile tam bir Osmanlı kenti. Evliya Çelebi 1664’te  Poçitel’e geldiğinde köyü çok güzel özetlemiş: “Poçitel kalesi küçük ama sağlam bir yapı. Kalede surların, kulelerin ve komutan konutunun yanı sıra  ambar ve küçük bir camii de yer almakta. Kale dışında 150 hane var. Evler taş tuğla ve kiremitten yapılma. 1562’de yapılmış bir de köy Camii var.” Evet Evliya Çelebi köy hakkında aslında tüm izlenimi kısa ve öz biçimde özetlemiş. Poçitel’i bir başka kılan özellik ise Kalenin zirvesine ulaştığınızda köyün tam altından akan Neretva nehrinin muhteşem manzarası.Köyde evlilik yaşına ulaşan gençler nehrin soğuk sularına atlarmış anlaşılan o ki Mostar’daki bilinen köprü atlayışına benzer durum Poçitel’de söz konusu. Poçitel’in bir başka özelliği ise 2007 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası listesine alınmış olması.Bosna topraklarında ilk durağımız olan Poçitel ziyaretimizi tamamladıktan sonra biz  farklı bir program için Blagay Tekkesi’ne geçiyoruz grubumuz da aynı anlarda Mostar’a hareket etmiş oluyor.Blagay Tekkesi’nde ‘Hersekzade Ahmet Paşa’nın vefatının 500. Yılı’ münasebetiyle düzenlen “Osmanlı Sarayı’nda Boşnaklar ve Boşnak Devlet Adamları” adlı panel’e İstanbul Tarih ve Kültür Derneği Başkanımız Tarihçi İbrahim Akkurt’ta konuşmacı olarak katılıyor ve Osmanlı Devletine büyük hizmetlerde bulunmuş devlet adamları hakkında katılımcılara bilgiler aktarıyor. Mostar Yunus Emre Enstitüsü ile ‘Hersek Styepan Kosaça Blagay İşbirlik Topluluğu’nun davetlisi olarak iştirak ettiğimiz bu güzel program aslında yazımın başında ifade etmiş olduğum gibi İstanbul Tarih Balkan’ı yeniden fethe çıkıyor ibaresinin de somut bir karşılığı oluyor aslında.Program bitikten sonra bizde tekrar grubumuza katılmak için taksiye biniyor ve Mostar’a doğru yola koyuluyoruz.Mostar’a ulaştığımızda saatlerimizde bir hayli ilerlemiş durumda tabii Mostar gündüzü olduğu gibi gecesi de bir başka güzel kısaca masal dünyasından çıkmış bir kartpostal şehir gibi adeta.Grubumuz Mostar’da akşam yemeğinin ardından kendilerine verilen serbest zamanda Mostar şehir turuna çıkmış biz de Mostar’a ulaştığımızda grubmuzla karşılaşıyoruz ardından bizde bu fırsatı değerlendiriyor ve  Mostar’a birde geceden bakmak için kısa bir şehir turu yapıyor ardından konaklayacağımız Otel’e geçiyoruz ve Balkan turumuzun biz de bambaşka hatıralar bırakan 4. Gününü de tamamlamış oluyoruz.
Formun Üstü
 
Balkan Turu 5.Gün:    Mostar - Saraybosna
 
Turumuzun 5.gününe sıcak bir Mostar sabahı ile uyanıyor ve Sabah-ı Şerifler Hayrolsun diyoruz.Mostar’daki  günümüz diğer günlere nispetle  zaman açısından biraz daha rahat başlıyor aslında.Bizde bu zamanı iyi değerlendirmek istiyoruz ve sabah erken kalkıp güzel Mostar’ı sabah seyreylemek için Otelimizden ayrılıyor ve tabii şekilde soluğu Mostar köprüsünde alıyoruz.Yukarıda da söylediğim gibi Mostar adete bir masal şehir biz bireysel olarak yaptığımız sabah şehir turunu iyi ki yapmışız diyoruz çünkü Mevsim itibariyle Mostar’da çok fazla turist var ve sabahın ilerleyen saatlerinde yoğunluk iyiden iyiye kendini gösteriyor ve sokaklar çok fazla kalabalık oluyor.İşte biz bu kalabalığa yakalanmadan şehri sakin hali ile temaşa etme fırsatı  buluyor ve fotograf konusunda da sıkıntı çekmemiş oluyoruz. Bireysel olarak yaptığımız bu kısa sabah turunun ardından yeniden kaldığımız Otele dönüyoruz ve sabah kahvaltısına geçiyoruz. Kahvaltının ardından Rehberimiz Emir Abi ile birlikte Otelden ayrılıyor ve Mostar şehir turu ile güne başlamış oluyoruz.Mostar tarihi dokusu ile insanı adeta büyülüyor Mostar köprüsü Mostar'a ait en önemli yapı. Mostar denilince ilk akla gelen simge,Mostar köprüsü 1557 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Hayreddin'e yaptırılır 1992 yılında cereyan eden savaş sırasında köprü cephe kısmından Hırvat topçuları tarafından yapılan top atışı ile yıkılır bugün Hırvat,Sırp ve tüm gayri Müslim dünya turistlerinin ziyaret ettiği Mostar köprüsünü ecdadımız yapıyor, belirli dönemlerde ihya ediyor fakat ilk fırsatta kendi hırs ve menfaatleri uğruna harap eden bir millet çıkıyor ve bu güzel yapıyı tek top atışı ile yerle bir ediyor ve yine sonrasında köprü Ecdadına, Atalar mirasına sahip çıkan torunları Türkiye'nin büyük katkıları ile 2004 yılında aslına uygun olarak tekrar hizmete açıyor.Allah zalime fırsat vermesin tekrarını yaşatmasın duası ile turumuza devam ediyoruz ve Koski Mehmed Paşa Camii Şerifi'ne geçiyoruz.Koski Mehmed Paşa Camii Mostar’da 1618 yılında Tımar Defterdarlarından Koski Mehmed Paşa tarafından yaptırılan, savaşta zarar gören minaresi, içi ve dışı restore edilerek tekrar ziyarete ve ibadete açılan ayrıca hemen altında Mostar Köprüsü'nü ve Neretva Nehri'ni en güzel şekilde görebileceğiniz küçük bir bahçeye sahip olan çok güzel bir Osmanlı Camisi.Koski Mehmed Paşa Camii ziyaretimiz sirasinda Mostar’a hakim Hum tepesine sırplar tarafından dikilen haç dikkatimizi çekiyor haç sırplar tarafından şehrin en hakim tepesi konumunda bulunan Hum tepesine dikildikten  sonra Mostar şehrinde Hırvat komutanla görüşen Aliya İzzetbegoviç’e, komutan, tehdit havasında dağın tepesine dikilen devasa büyüklükteki haç’ı göstererek “Bak, biz haçı nasıl diktik. Şimdi sizin hilâlden daha yukarıda bir haçımız var. Bunu kaldırmaya gücünüz yeter mi?” diye manalı bir soru sorar. Aliya İzzetbegoviç de, bu söz karşısında meseleyi gülümseyerek geçiştirir, “Hele bir gün geceye dönsün” der. Akşam karanlığı basınca da onu dışarıya davet edip şahadet parmağını göğe kaldırarak tüyleri diken diken eden şu sözleri söyler: “Sayın komutan, şimdi sen de bir semaya bakıver! Şu hilâli ve yıldızı görüyor musunuz? Senin onları yok etmeye gücün yeter mi? Ne kadar yükseklere haç dikseniz de onu geçemezsiniz ve asla onu oradan da indiremezsiniz. Onlar semada olduğu müddetçe biz de inşallah varlığımızı devam ettireceğiz!..”der.Bu güzel anekdotu da aktardıktan sonra Merhum lider Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç’i tekrar rahmetle yad ediyor ve  turumuza devam ediyoruz.Yukarıda da değindiğim gibi günün bu saatlerinde Mostar çarşısı çok kalabalık bizde bu kalabalıktan kurtulup Mostar şehitliğine doğru devam ediyoruz.Şehitlik ziyaretimiz sonrası bizi şehitlik önünden alan otobüsümüz ile Mostar’ı Allaha emanet edip günün ikinci durağı olan Blagay Tekkesine doğru yolumuza devam ediyoruz ve yaklaşık 15-20 dakikalık bir yolun ardından Blagay Tekkesine ulaşıyoruz.Blagay Mostar’ın içinden geçen ve Bosna’nın en önemli nehirlerinden olan Neretva Nehrinin önemli bir kolu olan Buna Nehrinin kaynak noktasında yer alıyor. 1465 yılında Osmanlı’nın bölgeyi fethinin ardından kurulan Blagay (Alperenler Tekkesi) bölge halkının Müslüman olmasında önemli katkılar sağlar.Tekke dervişlerinin hoşgörüleri ve hakkaniyetli yapıları bu durumun temel nedenini oluşturur.Blagay Tekkesinin bir çok kahramanı vardır fakat bunlardan en önemlisi konumunda bulunan Sarı Saltuk Rumelinin fethi sırasında büyük hizmetler vermiş olan bir zat. Sarı Saltuk bölge halkı tarafından o kadar sevilir ki rivayete göre bölgede kendisine ait bir çok türbe bulunur.
Blagay tekkesi 550 yıldır ve hala günümüzde Bosna Hersek riyasetine (diyanet) bağlı olarak varlığını sürdürüyor.Blagay tekkesi tam anlamı ile sarp bir kayanın içinde yer alıyor.Tekke’nin hemen yanında bulunan kayanın içinden çıkan Buna nehrinin hala kaynağı bulunabilmiş değil nehrin tekkeye kazandırdığı ayrı bir ahenk söz konusu buz gibi suyu insanın ruhuna işleyen sesi kesinlikle insan üzerinde tarifsiz  etkiler bırakıyor.Bizlerde bu huzur dolu ortamda kahvelerimizi içerken biraz da dinlenme fırsatı buluyoruz. Tekke ziyaretimizi tamamladıktan sonra yolumuza devam ediyoruz, sonraki durağımız Konjic'e doğru ilerlerken Rehberimiz Emir abinin bize bir süprizi oluyor.Yolumuz üzerinde bulunan baraj gölünde yeni başlamış olan uygulama ile gölde tekne turuna çıkıyoruz programımız dışında olan tekne turu oldukça hoş bir supriz oluyor.Yeşil'in neredeyse tüm tonları arasında göldeki turumuzu tamamlayıp verdiğimiz yemek molasının ardından Konjic'e doğru yolumuza devam ediyoruz. Neretva nehri şüphesiz Konjic'e bambaşka bir ahenk kazandırıyor verdiğimiz mola ile cay ihtiyacımızı burada karşılayabiliyoruz.Balkanlar’ın genelinde yaşadığımız çay sıkıntısını çok şükür Bosna’da atlatmış görünüyoruz.Konjic’te grubuz dinlenirken bizde fırsattan istifade edip  şehir de kısa ve hızlı bir tura çıkıyor stara cupriya köprüsünü geçince Derviş Recep paşa Cami ve türbesini ziyaret ediyoruz Camii küçük ve şirin görüntüsü içinde yer alan hazire ve türbesi ile ecdadın ruhunu yansıtıyor. Ziyaretimizi tamam edip tekrar gönlümüzdeki şehir Saraybosna’ya doğru yolumuza devam ediyoruz.Saraybosna’ya ulaştığımızda içimde tarifi zor duygular var tabii, bir yanda 1463 yılına gidiyor aklım İstanbul fethedilmiş ardından on yıl gibi bir zaman geçmiş Osmanlı artık Balkanlara iyiden iyiye açılmaya başlamış ve nihayet yol Bosna’ya ulaşmıştır.Pekala öncü kuvvetler, akıncı beyleri ve dahi dervişler vasıtasıyla pek önceden halkının gönülleri  fethedilmiştir belki Bosna’da fakat sancak dikilecektir artık Bosna’ya.Sultan Fatih bir Paşa gönderip bu işi tamam edebilir ancak kendisi bizzat gider Bosnaya. Saraybosna meydanına ellibin Boşnak toplanmıştır müsaade alınarak girilir şehre ve Sultan Fatih boşnakça hitap eder bu mahşeri kalabalığa  rivayet odur ki otuz bin boşnak bu konuşmadan sonra müslüman olur.İçimde yer alan bir başka duygu ise ne zaman aklımıza gelse bizi derin teessüre gark eden 1990 ların ortalarında yaşanan savaş yılları.Ne çok isterdik savaşın başladığı, Boşnak halkının elinde silah, cephane ve hiçbir lojistik gücü olmaksızın  dünyanın gözü önünde, Avrupa’nın sözde medeniyetin ortasında yalnız kalıp mücadele vermek zorunda kaldığı  hüzün ve acı dolu yıllarda…
Tekrar Ecdadımız gibi, kalkıp gitmeye bile ihtiyaç duymaksızın bir ferman ile bu savaşı durdurup ehli küfrün üzerine bir balyoz gibi inmeyi. Fakat o günün şartları Türkiyesi’nde gönlümüzün ve elimizin yettiğince maddi ve manevi her türlü desteğin yapıldığını da biliyoruz tabi. İçimdeki bu hissiyatları da dile getirdikten sonra biraz da Saraybosna (Sarejevo) isminin nereden geldiğine değinmek gerekiyor sanırım.Sultan Fatih 1463 yılında şuanda şehitliğin hemen üst tarafında yer alan saraybosna kapısından şehre giriş yaptığında aşağıya doğru bakar ve rivayet odur ki ovanın güzelliği ve genişliği dikkatini çeker şehir merkezine bir saray yaptırılır ve ovanın adı saray ova diye anılmaya başlar.Sarajevo isminin bu sekilde oluştuğu tahmin edilmekte.Şehir de ilk durağımız Merhum Bilge Kral Alija İzzetbegoviç'in kabrinin bulunduğu şehitlik olan Kovaci şehitliği oluyor şehitliği ziyaretimiz sırasında Emir abiden Bilge Kral Aliya Izzetbegoviç, şehit komutan ve askerlerinin verdikleri şanlı mücadele hakkında bilgiler alıyoruz.Bu arada Savaş zamanı savaşta şehit düşen askerler ve sivil halk için mezarlıklar yetmediği için park, bahçe ve futbol sahalarının da şehitlik yapıldığını öğreniyoruz bu  bilgi de bizim için ayrı bir hüzün kaynağı oluyor.Şehitlik ziyaretimizi dualar ile tamamladıktan sonra serbest zaman şehir turu için ayrılıyor ve Saraybosna'nın buram buram Osmanlı kokan sokakları ile buluşuyoruz. Sokaklar Tarih yapısı ile dikkat çekerken savaşın izlerinin de hala bir çok binada tüm ürperticiliği ile durmakta olduğunu görüyoruz binaların duvarları Sırp kuşatması sırasında  ağır hasar görmüş ve hala kurşun izlerini binaların üzerinde görmek mümkün.Bu görüntüleri görüp de duygulanmamak elde değil tabi ki serbest şehir turunun ardından grubumuz Başçarşı’dan ayrılıp konaklayacağımız Otele doğru hareket ederken biz bazı ihtiyaçlarımız için Başçarşı’da kalıyoruz ihtiyaçlarımızı tamamlayıp otele gitmek için bindiğimiz bir takside yaşadığmız bir anıyıda anlatmak gerekiyor tabii. Otel dönüşünde durdurduğumuz taksiye binip selam veriyoruz taksici abi Türk olduğumuzu anlayınca yüzündeki ifade mutluluk hali alıyor isminin Necati olduğunu söylüyor ve bir tarafında Türk Bayrağı bir tarafında ise Bosna Bayrağı olan anahtarlığını gösteriyor. Türkiye’ye duyduğu hayranlığı anlatıyor. Belki aynı dili konuşmuyor olabiliriz fakat bu sıcak ortamın oluşması bizim aynı gönül coğrafyasına aynı dini kimliğe haiz oluşumuzun bir neticesidir pekala.Otele ulaştığımızda taksici Necati abi ile helalleşerek ayrılıyoruz ve Balkan turunda 5. günümüzü de bu güzel anılar ile tamamlamış oluyoruz.
 
Balkan Turu 6.Gün:   Saraybosna- Srebrenitsa- Belgrad
 
Turumuzun 6.gününe gönlümüzün başkenti Avrupa’nın Kudüsü Saraybosna'da Sabah-ı Şerifler hayrolsun diyoruz ve konakladığımız Otel'de yaptığımız kahvaltı sonrası kaldığımız Otele çok da uzak mesafede olmayan Vrelo Bosna Doğa Parkına doğru yola çıkıyoruz.Vrelo Bosna, Bosna nehrinin kaynağının bulunduğu yer olarak biliniyor.Zamanında Josip Broz Tito Vrelo Bosna’yı dinlenme yeri olarak kullanır ve onun talimatıyla  doğa parkı düzenlenir.Çok geniş bir alana sahip olan Vrelo Bosna doğal yapısı içinde bulundurduğu ağaçları ile yeşilin tüm tonlarına sahip Vrelo Bosna’da ilk dikkatinizi çeken  küçük göletlerde yüzen kuğular ve ördekler oluyor tabii temiz havası ayrıca bahsedilmesi gereken bir başka özelliği..
Vrelo Bosna’da bol bol temiz hava teneffüs etme ve fotoğraf çekilme imkanı buluyoruz hoş Balkanların ve Bosna’nın her yeri yeşil ve dağ havası zaten fakat Doğa Parkı bir başka tabii.Parkın içinde Polaroid makineleri ile fotoğrafçıları görmek mümkün bu hizmetten bizlerde faydalanıyoruz ve grubumuz ile toplu bir hatıra fotoğrafı çektirme imkanı buluyoruz.Vrelo Bosna ile olan birlikteliğimizi sona erdiriyoruz ve günün ikinci durağı olan  savaş zamanı Bosna için çok önemli bir yere sahip olan Savaş (Yaşam) Tüneline doğru yola çıkıyoruz. Tünel İgman dağı eteklerinde yer alan Bosnalı bir aileye ait  bir evin altında yer alıyor. Tünel fikri ortaya çıkınca evin sahibi olan Sida Nine evi Bosna ordusuna yani milletine hibe eder.Sida Nine savaş zamanı boyunca tüneli kullanan askerlere su yemek vermeye devam eder ve bir nevi savaşın tüm sıcaklığı ile yaşandığı o dönemlerde kendi imkanlarınca bir lojistik görevi sağlamış olur.Yaşam Tüneli  savaş zamanında Sarabosna’nın Sırplar tarafından kuşatılması sonucu, kente yiyecek, ilaç, silah tedariki sağlamak için Bilge Kral Alija İzzetbegoviç ve arkadaşları tarafından yapılır. Kuşatmanın tüm vahşetiyle sürdüğü 1993 yılında yaklaşık dört aylık bir süre zarfında yapılır.800 metre uzunluğunda, 1 metre genişliğinde ve 1,5 metre yüksekliğinde olan tünelin derinliği ise yer yer 6 metreye kadar ulaşmaktaymış.Tünel Saraybosna ile İgman dağı arasındaki ulaşımı sağlar ve savaş zamanı kuşatmadan tek çıkış yolu olarak kullanılır.İgman dağı kuşatma döneminde Bosnalı askerlerin tuttuğu ve Şehir için çok önemli bir konuma ve öneme sahip olan dağdır.Tünel silah, ilk yardım malzemeleri, küçük baş hayvan, yaralılar, yaşlı ve çocukların kurtulması için de ayrı bir öneme sahip.Avrupanın sözde medeniyetin göbeğinde elinde silah bulunmayan insanlara karşı başlatılan bu kuşatma sırasında tünel adeta bir hayat kaynağı olduğu için Bosna halkı tarafından yaşam tüneli olarak anılır.Tünelin yapıldığı evin önüne geldiğimizde ilk dikkatimizi çeken evin duvarları üzerindeki ağır silahlardan çıktığı ilk anda fark edilen mermi izleri oluyor. Hala evin üzerinde olan bu izler savaşın ne denli şiddetli olduğunu da gösteriyor aslında.Sida Ninenin evi şuanda müze olarak hizmet veriyor ve tünelin çok az bir kısmı da ziyaretçilere açık durumda içeriye girdiğimizde ilk olarak evin arka bahçesine yapılmış olan Prefabrik odalarda yer alan televizyonlarda Saraybosna kuşatmasının nasıl yaşandığını anlatan 30 dakikalık belgesel izleme imkanı buluyoruz. Belgesel diyorum fakat ağız alışkanlığı izlediğimiz görüntüler gerçeğin ta kendisi ve daha dün denilebilecek kadar yakın tarihte yaşanmış olaylar.Yaşam tüneli savaş sonrasında askeri bölge konumundan çıkanca Kolar ailesi evlerine geri döner. Şimdi oturdukları üst katı inşa eder. Bu arada tünelde kullanılan malzemeleri, toprak taşınmasında kullanılan el arabalarını, insanların yiyecek taşıdığı çuval ve sırt çantalarını ve buna benzer birçok malzemeyi saklarlar.Yıllar sonra Saraybosna Belediyesi bu hayati tünelin müze olması kararını verince Kolar ailesi ile görüşülür onlar da seve seve bu fikri tasdik ederler. Tünel müze olunca saklanılan malzemelerde sergilenmeye başlar. Müzede tünelin yapımında çalışmış ve sonrasında savaşta şehit olmuş asker ve sivillerin isimlerinin yazıldığı listelerin ve savaş sırasında yaşanan olayları anlatan fotoğraflar ve akseri malzemelerin sergilendiği odalar bulunuyor. Bu malzemelerden en dikkat çekeni hiç kuşkusuz Bilge Kral Alija’nın savaş zamanı giydiği askeri üniforma ve siyah beresi bu eşyalarda müzede sergilenen savaş hatıraları arasında.Savaşı anlatan videoyu izledikten sonra tekrar dışarı çıkıyoruz ve Emir Abiden savaş dönemindeki kuşatmanın nasıl yaşandığını nasıl mücadeleler verildiğini bir de canlı olarak dinledikten sonra müze ve tünelin içini de görme fırsatı buluyor ve böylelikle yaşam tüneli ziyaretimizi de tamamlamış oluyoruz. Sonraki durağımız olan Saraybosna şehir merkezine dönmek için otobüsümüz ile yola koyuluyoruz yeniden.Saraybosna’ya ulaştığımızda Cuma Namazı vakti de yaklaşmış oluyor Emir Abi eşliğinde şehir turuna başlıyoruz Başçarşı her zaman olduğu gibi şehrin kalbi konumunda ve çok kalabalık ancak ilk Başçarşı’ya girdiğimde hissetmiş olduğum duygular aynı ahengini koruyor.Sanki burada Süleymaniyede, Beyazıt meydanında dolaşıyormuş gibi rahatım.Rehberimiz Emir abi ile Başçarşıda yolumuza devam ediyoruz bu arada daha önce Poçitel ve Mostar’da karşılaştığımız başka turlar ile Türkiye’den gelen gruplar ile Saraybosnada tekrar karşılaşıyoruz.Gruptaki katılımcıların bizlere neler yapıyorsunuz nereleri gördünüz, nerelere gittiniz gibi  sorularına verdiğimiz cevaplar ile yüzlerinden anlaşıldığı kadarıyla kendi turlarından pek de memnun olmadıklarını görüyoruz. Hal böyle olunca turumuzun 6. Gününü geride bırakırken rehberimiz Emir Abi’nin farkı, organizasyonun kalitesi grubumuzun uyumu ile birleşince  İstanbul Tarih’in farkını bir kez daha görmüş oluyoruz aslında. Emir abi eşliğinde Başçarşıdaki turumuza devam ediyoruz ve Gazi Husrev Bey camii şerifini,bedesteni ve Medreseyi ziyaret ediyoruz ardından Mladi Müslimani( Genç Müslümanlar) ofisinin de bulunduğu Han’a gidiyoruz.Burada Emir abi bizlere Genç Müslümanların kuruluş süreci ve sonrası hakkında bilgiler aktarıyor Mladi Müslimani ( Genç Müslümanlar) Alija ve  arkadaşlarınca resmi olarak 1941 yılının Mart ayının sonunda Yugoslavya Krallığı'nın parçalanmaya başladığı bir dönemde kurulan bir teşkilattır. Buradaki ziyaretimizde Han’ın içinde bulunan sergiyi de gezdikten sonra Latin köprüsüne doğru yolumuza devam ediyor ve  I. Dünya Savaşına sebebiyet veren suikastın yaşandığı bölgeye ulaşıyoruz.Olayın yaşandığı bölgeyi yerinde görme fırsatı bulmuşken olayın nasıl yaşandığı hakkında da biraz bilgi vermek gerekir diye düşünüyorum.Tarihler 28 Haziran 1914’ü gösterdiğinde Arşidük unvanını kullanan Avusturya Macaristan Prensi Franz Ferdinand, 28 Haziran sabahı 09.25’te Saraybosna garına varır. Bir saat sonra Ferdinand ve eşini taşıyan üstü açık otomobil, saldırı yapılabileceği istihbaratına rağmen polis eskortu olmadan belediye sarayına doğru hareket eder.Sırp milliyetçi Nedeljko Cabrinoviç, Cumurija Köprüsü yakınında Ferdinand’ın konvoyuna bir el bombası atar. Bomba Ferdinand’ın aracının arkasındaki otomobilin altında patlar. Suikasttan kurtulan Ferdinand belediye sarayına ulaşır fakat ardından bombalı saldırıda yaralan insanları ziyaret etmek için eşi Sofia ile birlikte yeniden belediye binasından ayrılır.Fakat Suikast girişiminden sonra Ferdinand Saraybosna merkezine gitmekten vazgeçer ve geceyi geçireceği saraya dönülmesi emrini verir. Ama bu emri konvoydaki şoförlere aktarmak kimsenin aklına gelmez yada kimbilir getirilmez. Konvoyun başındaki otomobilin şoförü, emirden habersiz yönünü kent merkezine çevirir.Hatayı fark eden Vali Oscar Potiorek, Latin Köprüsü’nde konvoyu durdurur ve şoförlere yeni rotayı verir. Ancak konvoyun durmasını fırsat bilen Sırp milliyetçisi Gavrilo Princip, silahına davranır önce düşesi sonra da Avusturya Macaristan Prensi Ferdinand’ı vurur. Gavrilo Princip, Franz Ferdinand’ı vurduktan sonra tabancasını kafasına dayayıp intihar etmek ister. Fakat çevredekiler tetiği çekmesine engel olur. Tabancayı kaptıran Princip bu kez siyanür kapsülüne davranır fakat onu da başaramaz. Tutuklanan Princip reşit olmadığı için idam edilemez, 20 yıl hapis cezası alır. Ama dört yıl sonra, sebep olduğu Dünya Savaşı’nın bitimine aylar kala, hapiste veremden ölür.I. Dünya savaşına sebebiyet veren olay bu şekilde yaşanır olayı  yerinde görmek ve dinlemek ayrı bir ayrıcalık oluyor bizler için.Bu vesile ile Şehir turumuzu tamamlayıp Cuma Namazı için ayrılıyor ve namaz için hazırlığımızı yapmak üzere Gazi Husrev Bey camii ne geçiyoruz. Cuma Namazı sırasında Ecdadımızın yüzyıllar önce bu topraklara gelip İlayı Kelimetullah uğruna savaşıp fethettiği yerler de yaptırdığı camilerde yüzyıllar sonra bile namaz kılıyor olduğumuz için Rabbimize binlerce kez şükür ediyoruz.Cuma namazının ardından hüzünlü bir şekilde de olsa Saraybosna'yı Allaha emanet ediyor ve gezimizin de süprizi olan Srebrenitsaya doğru yolumuza devam ediyoruz yol boyunca geçtiğimiz kasabaların Sırplara ait olduğunu öğreniyoruz.Bu durumu görünce de Srebrenitsanın o dönemde nasıl yalnız kaldığını da anlayabiliyoruz aslında.Yer yer Boşnak kasabalarında bulunan camii önlerinde şehitler anısına yapılmış üzerinde şehitlerin isimlerinin bulunduğu abideler göze çarpıyor.Srebrenitsa şehitliğine ulaştığımızda karmaşık duygular içindeyiz her yıl dönümünde takibini yaptığımız unutmadığımız Hz. Allah’ın izni ile unutturmayacağımız bu soykırımın yapıldığı noktadayız artık.Otobüsten indiğimde ilk dikkatimi çeken şehitlik duvarına sırtını vermiş ve ağlayan bir bayan oluyor.Bizi fark edince toparlanmaya çalışıyor fakat hissettiği  acı öyle sıradan olmasa gerek kim bilir şehitlikte hangi yakını var belki Babası, Annesi kim bilir belki de kardeşleri Rabbim bu acıları tekrar yaşatmasın Küffara fırsat vermesin dualarını içimimden geçiriyorum bizleri de hüzüne sürükleyen bu manzara karşısında.Bizleri Srebrenitsa’da Rehberimiz Emir abinin de arkadaşı olan Srebrenitsa eski Belediye başkanı karşılıyor ve bizlere eşlik ediyor şehitlik ziyaretimiz öncesi savaş sırasında Birleşmiş Milletler askerlerince (BM) karargahı olarak kullanılan hangarlara geçiyoruz.Günümüzde bu hangarlar müze olarak Srebrenitsa katliamını hafızalarda canlı tutmak amacı ile kullanılıyor.Savaşın izlerini taşıyan fotoğraflar o döneme ait isimlere ait bilgiler yer alıyor hangarlarda. Savaş dönemini ve Srebrenitsa soykırımını anlatmak için  ayarlanmış olan sinevizyon salonuna geçiyoruz.Srebrenitsa’da yapılan bu soykırım’ın  gerçek videolarını izlerken grubumuz duygularına ve gözlerine hücum eden yaşlara engel olamıyor.Srebrenitsa’da yapılan katliam ve soykırım kelimeler ile kolay anlatılır bir olay değil tabiki.Fakat savaş döneminde Srebrenitsa’da neler yaşandığına değinmeden geçemeyeceğim. Yugoslavya'nın düşmesinin ardından, 1992 yılında Sırplar Yugoslav halklarına katliam uygulamaya başlar.Olaya müdahil olmak isteyen Birleşmiş Milletler 6 bölgeyi güvenli bölge ilan eder ve bu bölgelerden biri de Srebrenitsa'dır. Savaştan önce 24.000 nüfusu olan bu kent mülteciler ve dışardan kente sığınan insanlarla birlikte 60.000 nüfusa ulaşır.Nüfusun artmasıyla kent artık hastalıklarla, açlıkla mücadele etmeye çalışan bir toplama kampına dönüşür.Kenttekilerin kendilerini korumak için edindikleri silahlar da BM (Birleşmiş Milletler) güçleri tarafından güvenlik gerekçesiyle toplanmıştır. Sırp devlet Başkanı Radovan Karadziç'in emriyle, Ratko Mladiç komutasındaki Sırp askerlerinin kente olan tacizleri sıklaşınca kamptaki insanlar silahlarının geri verilmesi için başvuruda bulunur; fakat kampın  Hollandalı komutanı Thom Karremans bu isteği geri çevirir. BM güçleri ise sadece kent üzerinde iki tane F16 uçurarak tepki verirler.Hollandalı askerler Bosna'daki BM Barış Gücü Komutanı Fransız generalden aldıkları emirle bir gece yarısı kenti boşaltır ve bulundukları kampı içindeki 25.000 mülteci ile birlikte Sırplara teslim ederler.Hollandalı komutan tarafından Sırplara satılan (bu olay video kasetle kanıtlanmıştır) kent bir hafta sonra Sırplara yenik düşer. Sonrasında ise Katil Sırpların ellerinde silah bulunmayan kendilerini hiçbir şekilde savunamayan halka karşı sistematik katliamı başlar.Sözde medeniyetin Avrupanın gözü önünde yapılan bu vahşet o denli alçakça bir hal alır ki bu gözü dönmüş katiller esir aldıkları binlerce masum insanı yaşlı, genç, kadın, erkek, çocuk ve dahi bebek ayrımı yapmaksızın kurşuna dizerler.Savaş sonrasında ülkelerine dönen BM (Birleşmiş Milletler) güçlerinde görev alan bazı Hollandalı askerlerin iş işten geçtikten sonra binlerce masum insanı bilerek ve isteyerek bu katillerin eline teslim ettiği için vicdanlarına yenik düştüğü ve yaşadıkları travmalar sebebiyle psikolojik destek aldıkları söylenir.Yukarıda da dediğim gibi Avrupa’nın göbeğinde tüm Dünya’nın gözü önünde yapılan bu soykırımı elbette kelimeler ile anlatmak mümkün değildir.Katil Sırpların yaptıkları bu katliamı örtmek için uyguladıkları yöntem ise  tüyler ürperticidir. Vahşice katledilen binlerce insan Sırp katillerin belirli ormanlık alanlarda belirli bölgelerde açtıkları geniş çukurlara gömülür.Fakat yıllar sonra bu vahşet toplu mezarların bulunması ile somut olarak gün yüzüne çıkacaktır.Toplu mezarların bulunuşu ise değinilmesi gereken bambaşka bir olaydır ve toplu mezarların nişanesi ise Ölüm çiçeğidir Bosna’da.Bu çiçeklerin ise çok güzel bir hikayesi vardır dediğim gibi bir şehidin nişanesi çiçektir Bosna’da… Bosnalı şehitleri bilinmez mezarlara istim eden Sırp canilerin planı Allah’ın lütfu keremiyle bir bir ortaya çıkar yıllar sonra. Sadece şehit mezarlarının, toplu mezarların üstünde açan “ölüm çiçeği” ve yine sadece bu çiçeğe konan mavi kelebekler Bosna’da ölümün en hazin habercileri olur. Yıllardır yakınlarının mezarlarını arayan Boşnaklar için mavi kelebekler şehitlerden haber getiren birer elçidir adeta. Bu mucizeyi görüp de kayıtsız kalmak imkansızdır. Bosna’da bu çiçekler ve kelebeklerin görüldüğü tüm alanlar kazılır, kazılan çukurlardan birbirine sarılmış halde kurşunlanmış, şehit edilmiş binlerce Boşnak Müslümanın bedenleri çıkar.Ve hala günümüzde bulunan toplu mezarlardan çıkan müslümanlar Srebrenitsa katliamı’nın yıl dönümünde dualar ile defnedilmeye devam ediyor.Bulunan her toplu mezar tüm insanlığa bir mesaj taşır Srebrenitsada…
 Hangi mezar alır inancımızı?
Hangi mezar saklar imanımızı?
Mezarlarımızdan hale hale ışık yayılır ufka, bedenlerimizi yaksanız da, parçalasanız da elbet Rabbimizin vaat ettiği gün yakındır ve elbet Rabbimiz nurunu tamamlayacaktır!
Srebrenitsa’da binlerce Boşnak Müslüma’nın katledilmesi tüm İslam Toplumunun ders çıkarması gereken bir olaydır. Küfür tek millettir ve Müslümanlar kardeştir. “Hak gelir batıl zail olur” diyoruz ve bu vesileyle tüm şehitlerimizi  bir kez daha rahmetle anıyoruz.
Bu arada Srebrenitsa ile ilgili olarak yaşanan bu savaş son derece kıymetli komutanları ortaya çıkarır.Bunlardan biri de Bosna savaşı bittiğinde henüz otuzuna dahi girmemiş olan Nasır Oriç’dir. Sırp çetniklerin, Bosna-Hersek topraklarına 1992 yılında saldırmasından sonra Nasır Oriç, Bosna-Hersek ordusuna dâhil olur ve 3 yıl boyunca Srebrenitsa’nın savunmasını yönetir. İsmini, "srebren" (gümüş)den alan Srebrenitsa şehri, o üç yıl boyunca savaşın en dirençli bölgesi olur. Nasır Oriç’in kurduğu direniş örgütü, Srebrenitsa’yı var gücüyle savunur. Üstelik ağır silahlarla donatılmış Sırp ordusuna karşı hafif silahlarla mücadele ederek direniş çıtasını yüksek tutmaya çalışırlar. Savaş boyunca Nasır Oriç’in mücadelesi cepheden cepheye, dilden dile dolaşır; bir efsaneye dönüşür. Srebrenitsa güvenli bir bölgeye dönüşmüştür artık. Nasır Oriç, bu aşamada Tuzla’ya gönderilir. Rüzgâr yön değiştirmekte ve Boşnaklar mücadelede etkin konuma geçmektedirler. Bu sürecin devamında Dayton Görüşmeleri gündeme gelir; Boşnakların lehine bir barış uzakta değildir. Bu müzakerelerin geleceğini gören Sırplar, barış öncesi avantaj elde etmek için iki stratejik kent olan Srebrenitsa ve Jepa’ya saldırırlar ve tarihte yerine kara bir leke olarak alacak Srebrenitsa katliamı yaşanır. Nasır Oriç, bu esnada Srebrenitsa’dan uzakta, Tuzla’da bulunmaktadır. Ünlü Boşnak yazar İsnam Taljiç, “Srebrenitsa’nın Öyküsü” adlı eserinde Nasır Oriç için şu ifadeleri kullanır: “O burada olsaydı, kendilerini neyin beklediğini bilen çetnikler saldırmaya cesaret edemezlerdi”. Denilir ki, soykırım haberini alan Oriç hızla Srebrenitsa’ya döner ve O yetiştikten sonra, katliama katılan hiçbir Sırp, sağ çıkamaz o şehirden!
 Srebrenitsa katliamı ve sonrasında yaşanan süreç ve olaylar hakkındaki bilgilerden sonra kaldığımız yere dönmek gerekirse biz hangarda izlediğimiz videonun tesirindeyiz hala.Video bittikten sonra hangar içinde yer alan ve dönemin savaş malzemelerini, fotoğraflarını döneme şahitlik etmiş isimlerin listelerinin olduğu odaları gezme fırsatı buluyoruz. Ardından ziyaret için şehitliğe tekrar geri dönüyoruz.Şehitlik içinde bulunan Namazgah'ta ikindi namazını kıldıktan sonra Gezimiz sırasında grubumuzca okunan yasini şeriflerin duasını yapıyoruz ve tekrar tüm Bosna şehitlerimiz için hayır ve dualarda bulunduktan sonra gönlümüzün burukluğu ve Katil sırplara karşı duyduğumuz öfke ile ayrılıyoruz Srebrenitsadan.Srebrenitsa’dan sonraki durağımız rotamız gereği  Sırbistan Başkenti Belgrad.Belgrad Devlet-i Ali’nin yaklaşık 400 yıl gibi bir süreyle hüküm sürdüğü bir yer ve tabiki bizim gönül coğrafyamız fakat an itibariyle Srebrenitsa’dan çıkıp Sırbistan topraklarına geçmek bizlere biraz zor geliyor tabi..
Bu arada unutmadan otobüsle Belgrad’a doğru yolumuza devam ederken İstanbul Tarih derneğimizin şehir dışı gezilerinde İstanbul dönüşünde yaptığı ve klasikleşen bilgi yarışmasını Balkanlarda da sürdürüyoruz.Başkanımız İbrahim Akkurt Bey eline mikrofonu alıyor ve daha önce ayarlanmış ve spontane gelişen soruları grubumuza yöneltiyor.Ben ve daha önce şehir dışı gezilerimize katılan misafirlerimiz antrenmanlı tabii yarışma konusunda.Rehberimiz Emir Abi de sorulan sorular konusunda ev sahibi olarak yardımcı oluyor.Bilgi yarışmamız 5 sorulu iki aşamadan oluşuyor ve 5 soruya doğru cevap veren kişi hediyeye ulaşıyor.Bilgi yarışması her zaman olduğu gibi Tur boyunca gezilen, görülen ve öğrenilen bilgilerin pekişmesini sağladığı gibi bir o kadar da eğlenceli geçiyor.Bu arada her ne kadar yarışmadan kendimi uzak tutmaya çalışsam da Başkan’ın bana da cevap hakkı vermesi ile 4 soruyu bilmiş oluyorum fakat son cevap hakkını bir türlü bulamıyorum nedense. Olaya esprili yaklaşıyorum tabii bilgi yarışmasının galibi tur boyunca bizim de dikkatimizden kaçmadığı üzere ilgileri ile dikkatleri ile fark edilen  Selman Hocamız ve Nuran Abla oluyor kendilerine ve yarışmanın eğlenceli ve çekişmeli geçmesine vesile olan grubumuz misafirlerine ayrı ayrı teşekkür ediyoruz. Yarışmamız sonlanırken Otobüsümüz de Belgrad şehir merkezine girmiş oluyor ve konaklayacağımız Otele ulaşıyoruz böylelikle turumuzun dolu dolu geçirdiğimiz 6.gününü de biraz hüzünlü, biraz sevinçli anılar ile arkamızda bırakmış oluyoruz.
 
Balkan Turu 7.Gün:  Belgrad
 

Turumuzun 7. Gününe gezimizin son durağı olan Belgrad’ta uyanıyoruz. Belgrad’ta hava serin ve kapalı buda aslında akşama yağacak yağmurun habercisi oluyor.Konakladığımız Otel’de yaptığımız kahvaltı sonrası Belgrad turumuzda bizlere eşlik edecek yerel rehberde  Otele gelerek bize katılıyor.Emir abi ve yerel rehber eşliğinde otobüsümüz ile  Otel’den ayrılıyor ve şehirde genel panoramik bir tur ile Belgrad gezimize başlamış oluyoruz.Belgrad şu haliyle her ne kadar bizlere uzak görünse de Ecdadımız bu topraklarda yaklaşık beş asır gibi bir süreyle hüküm sürmüş ve bu topraklara getirdiği  huzur ve refahın yanında şehirlerin ihyası ve imarı içinde büyük emekler vermiştir. Bugün Sırbistan’a Başkentlik yapan,Belgrad Balkanlar’ın da en büyük kenti konumundadır.Şehir tarih boyunca bölgeye hakim olmak isteyen güçlerin mücadele alanı olur.15. yüzyıl ortalarında başlayan akınların sonunda 1521 yılında Osmanlı hakimiyetine giren kentte, yüzyıllar boyunca işgaller ve ayaklanmalar hiç durmamış. 1882’de Sırbistan Krallığı’nın kurulmasıyla özerkliğin ilan edilmesi ve 1. Dünya Savaşı’nın hemen başlarında, Kasım 1914’te Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun kenti ele geçirmesi ise Belgrad tarihinin önemli dönüm noktalarındandır.Kentin en büyük özelliklerinden biri ise Tuna ve Sava nehirlerinin kesiştiği platoda bulunmasıdır.Belgrad’ta Osmanlı’nın izleri Sırplar tarafından yakılarak, yıkılarak silinmiş ise de şehrin en önemli meydanları hala Ecdadımızın verdiği isimler ile anılmakta örneğin Belgrad Kalesi içinde Bulunan Kalemeydan (Kalemegdan) ve Taş Meydan (Tašmajdan), Saat Kulesi (Sahat Kula) bunlardan bazılarıdır. Belgrad hakkında bu kısa bilgilerin ardından biz tekrar turumuza dönüyoruz. Otobüs ile yaptığımız şehir turunun ardından Belgrad’ta ilk durağımız Tuna Nehri oluyor. Otobüsten indikten sonra biraz yürüyoruz ve muazzam Tuna Nehri’nin kıyısına ulaşıyoruz.Tuna nehri kıyısında yerel rehberimizden bölge hakkında bilgiler alıyoruz sonrasında ise bizim her dem gönlümüzde dilimizde yer almış olan Tuna’nın eşsiz manzarası ile baş başayız artık Tuna kıyılarından ayrılmadan bu güzel manzara eşliğinde fotoğraf çekilme imkanı da buluyoruz ardından tekrar otobüsümüze biniyor ve  şehir merkezine doğru yola koyuluyoruz.Şehir merkezine ulaştıktan sonra Meclis binası önüne ulaşıyoruz. Bu sırada gördüğümüz manzara karşısında hem şaşkınlık yaşıyoruz hem de öfkeleniyoruz. Sırplar’ın meclis binaları önüne astıkları pankartlarda yer alan yazı şöyle “ Müslüman savaş suçluları tarafından katledilen masum Sırplar” yıl ise 1992.Aslında bu manzara karşısında çok da şaşırmamak gerekiyor çünkü Katil Sırplar’ın astıkları bu pankartların elinde silah bulunmayan kendini hiçbir surette savunma gücü bulunmayan Müslüman Boşnak halkına uyguladıkları soykırımı Dünya’da kamuoyu oluşturma ve kendilerini savunma amacıyla uydurdukları yalan ve bir kamufle çabasından ibaret olduğunu bizler çok iyi biliyoruz.Bu sırada Emir Abi’ye Sırp olan yerel rehberin bu durum karşısında neler düşündüğünü sorduğumuzda Emir Abi rehberinde bu yalanları bildiğini ve utanç  duyduğunu söylüyor fakat mahalle baskısı diye bir durumda var tabii bu bölgede böyle bir durumun bir Sırp tarafından dillendirilmesi imkansız.Gördüğümüz bu manzarayı fotoğraflıyoruz ve başta Selman Hocamız’ın ve diğer misafirlerimizin de gayretleriyle Türkiye dönüşünde, karşılaştığımız bu durumun bir çok haber sitesi kanalıyla duyurulmasına da vesile olmuş oluyoruz.Karşılaştığımız bu manzaranın ardından Belgrad şehir turuna kaldığımız yerden devam ediyor ve Rehberimiz eşliğinde Öğrenci Parkı olarak bilinen parkın içinden geçerek ve şehir turuna başlamış oluyoruz.Bu arada bana çok garip gelen bir durum var öğle saatleri yaklaşmış olmasına rağmen şehir de neredeyse insan görmek zor.Bizler İstanbul’un kalabalığına alıştığımız için bu şehirler haliyle bizi şaşırtıyor.Belgrad’ın nüfusunun 1 milyon 350 bin civarı olduğu düşünüldüğünde İstanbul’un kalabalık  bir ilçesi kadar da diyebiliriz aslında.Belgrad’ta dikkatimizi çeken bir aşka özellik ise çok geniş parklar ve uzun bloklar halinde inşa edilmiş evler ve bloklarda bulunan küçük pencereler Belgrad’ta hala komünist donem mimarisi deyince hemen akla gelen ilk resim olan bu manzarayı görmek mümkün.Turumuza kaldığmız yerden devam ediyoruz ve Belgrad’ta hala ayakta kalan ve halihazırda ibadete açık olan tek Osmanlı eseri Camii olan Bayraklı Camii’ne ulaşıyoruz.Bayraklı Camii tarihinde çok zor dönemler geçirmiş ağır tahribatlara uğramış lakin Allaha şükürler olsun ki şuanda hala ayakta ve ibatede açık durumda.Belgrad'ın Pasarofça Antlaşması ile Avusturya'ya bırakılmasından ardından Bayraklı Camii 22 yıl kilise olarak kullanılır. Belgrad'ın Osmanlı Devleti tarafından geri alınmasından sonra tamir edilerek yeniden ibadete açılan cami, daha sonraki Osmanlı-Avusturya savaşlarında da büyük zarar görür. 1867'de Belgrad'ın Osmanlı Devletinin elinden çıkmasından sonra Sırp Hükümeti tarafından resmi olarak Müslüman cemaate tahsis edilir.Bayraklı Camii 1893-94 tarihinde Cennet Mekan Sultan II. Abdülhamid Han  tarafından tamir ettirilir.Yakın tarihimizde ise  Kosova'da meydana gelen olaylardan sonra Sırplar milliyetçiler tarafından 18 Mart 2004'te yakılan Bayraklı Camii sonrasında yeniden restore edilir.Bu topraklarda ayakta kalan tek Camii olan Bayraklı Camii’nde öğle namazını cemaat ile birlikte kıldıktan sonra yeniden yola koyuluyoruz ve bizler için ayrı bir yeri olan Belgrad Kalesine ulaşıyoruz.Belgrad Kalesi (Kalemeydan), Tuna ve Sava nehirlerinin buluştuğu noktada yükselen bir tepede yer alıyor. Geniş bir alana yayılan Kalemeydan, tarihi Belgrad Kalesi’nin yanında, Osmanlı’dan kalan eserlere ve geniş parklara çevrili bir konumda. Belgrad Kalesi’ne giriş çıkışı sağlayan kapılardan birinin adı (Stambol Kapija) yani İstanbul Kapısı. Surlarla çevrili alana bu kapıdan giriliyor. Saat kulesini geçince, karşınıza “Mora Fatihi” olarak bilinen Damat Ali Paşa’nın türbesi çıkıyor. Burada, Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa’nın 1578’de yaptırdığı bir de çeşme bulunuyor.Belgrad Kalesi ziyaretimiz sırasında Sokollu Mehmet Paşa Çeşmesi ile Damat Ali Paşa Türbesinde Tika’nın yürüttüğü restorasyon çalışmalarının devam ettiğini görüyoruz. Turumuzun ilk gününden son gününe gelinceye kadar gezdiğimiz tüm Ülke ve Şehirle’de Tika’nın çalışmalarını görünce Devletimizin Ecdad yadigarları, Atalar mirasına’da ne denli sahip çıktığını yakından görme fırsatı buluyoruz.Yerel rehberimiz Belgrad Kalesinin tarihi boyunca geçirdiği süreç hakkında bilgiler veriyor.Belgrad Kalesinden şehre doğru bakınca Tuna ve Sava’nın sanki ayaklarımız altında olduğu hissine kapılıyoruz.Gözlerimiz muhteşem bir şehir manzarasıyla ve yeşille şenleniyor  Belgrad Kalesinde. Tabii ruhunuz da.Kalemeydan’ın tüm şehre hakim konumda yer alması kuşkusuz Belgrad’ın en alıcı yeri durumunda olmasını sağlıyor.Bu arada Tuna nehrinden de biraz bahsetmek gerekiyor Tuna Nehri, Avrupa’nın en uzun ikinci nehri. Yaklaşık 2800 kilometre uzunluğunda, Sol yandan durgun akıp gelen Sava, Kalemegdan’ın hemen önünde Tuna’yla buluşuyor. Buradan itibaren iki nehrin suları karışıyor. Sava bu bölgede son bulurken, Tuna çoğalarak, Karadeniz’e dökülünceye kadar yoluna devam ediyor. Kalenin zirvesinde Tuna ve Sava Nehirlerlerinin muhteşem manzarası’ında fotoğraf çektirdikten sonra Damat Ali Paşa Türbesini ziyaret ediyor ve yolumuza devam ediyoruz. Kalenin  Knez Mihailova caddesine çıkan kapısından çıkarken dikkatimizi II. Dünya Savaşı’ndan kalma zırhlı araçlar çekiyor.Kaleden çıkıp Belgrad’ın en önemli caddesi olan Knez Mihailova caddesine ulaşınca grubuza akşam yemeğine kadar serbest zaman veriliyor ve burada akşam yemeğinde tekrar buluşmak için ayrılıyoruz.Biz serbet zamanda Belgrad şehir turuna devam ediyoruz.İsmini Sırbistan Prensi III. Mihailo'dan alan Cadde 1800’lü yıllarından ortalarından sonra yapılmış birçok tarihi binayı bünyesinde barındırıyor.Cadde boyunca yürüyoruz ve bu yapıları da yakından görme fırsatı bulmuş oluyoruz.Sabah Otelden ayrılıp şehrin ana caddelerine çıktığımızda dikkatimi ilk çeken özellik Belgrad’taki toplu taşıma araçları olmuştu.Bunlardan en dikkat çekeni kuşkusuz (Troleybüs) Elektrikli Otobüsler hala şehrin en önemli toplu taşıma araçları arasında yer alıyor.Biz grubumuza verilen serbest zamanda şehir turuna devam ediyoruz ve biraz da dinlenmek için Sava Nehrine nazır bir cafede oturuyoruz.Cafe’de otururken Tuna ve Sava nehirleri karşısında aklıma Ecdadımızın asırlarca bu topraklara hüküm sürdüğü yıllar geliyor ve içimden Belgrad’ın şimdiki halini de görerek diyorum ki bu topraklar Mühr-ü Osmaniyi vurduğumuz topraklar.Ben bu düşünceler içindeyken saatlerimiz de ilerlemiş ve sözleştiğimiz yemek saati  de yaklaşmış oluyor.Bulunduğumuz yerden ayrılırken sabah bahsettiğim kapalı ve serin hava yerini yağmura bırakıyor.Biz de yağmurda fazla ıslanmamak için biraz da hızlı adımlarla Tramvay’a doğru ilerliyoruz ve akşam yemeği için kararlaştırılan Türk Restoranına geçiyoruz.Yemek yediğimiz Restoran Gaziantepli işletmecilere ait ve bu bölgenin de en bilinen ve Türkiye’den gelen guruplara ev sahipliği yapan bir yer.Yemek yediğimiz sırada garsonlardan biri gelip Emir Abi’ye dışarıda hırsızların olduğunu ve gurubun dışarı çıktığında çantalarını önlerinde tutması gerektiğini söylüyor. Emir abi gruba bu duyuruyu yaptığında hepimizin gayri ihtiyari olarak çantaları kuçağımıza doğru alalarak verdiğimiz ani refleks gülüşmelere neden oluyor.Akşam yemeği ile Balkanlar’daki son durağımız olan Belgrad gezimizi’nde sonuna gelmiş oluyoruz.Otobüse binip Otele dönüş yolumuzda dolu dolu ve çok samimi bir ortamda geçen bir haftanın çok çabuk geçtiğini düşünüyorum. Evet 6 Ağustos tarihinde İstanbul’dan başladığımız Gönül Coğrafyamıza yolculuğumuzu son durağımız olan Belgrad’ta tamamlamış oluyoruz.

Ve böylelikle İstanbul Tarih Balkan turunu ve fethini de tamamlamış oluyor.

Yazıma bir Balkan çocuğu olan Üstad Yahya Kemal’in dizeleri ile başlamıştım.

Ve yine  yazımı onun  Balkanlar’ın ruhunu yansıtan Üsküp için yazdığı Kaybolan Şehir şiirinin şu manzum mısraları ile bitirmek istiyorum.

 

Üsküp ki Yıldırım Bayazıd Han diyârıdır
Evlâd-ı Fâtihân’a onun yâdigârıdır.

Firûze kubbelerle bizim şehrimizdi o;
Yalnız bizimdi, çehre ve rûhiyle biz’di o.

Üsküp ki Şar-dağ’ında devâmıydı Bursa’nın
Bir lâle bahçesiydi dökülmüş temiz kanın.

Üç şanlı harbin arş’a asılmış silâhları
Parlardı yaşlı gözlere bayram sabahları.

Vaktiyle öz vatanda bizimken, bugün niçin
Üsküp bizim değil? Bunu duydum için için.

Kalbimde bir hayâli kalıp kaybolan şehir!
Ayrılmanın bıraktığı hicran derindedir!

Çok sürse ayrılık, aradan geçse çok sene,
Biz sende olmasak bile, sen bizdesin gene.

 

 

1000
icon

Henüz yorum yapılmadı,
İlk Yorum yapan siz olun...

duyurular DUYURULAR
editörün seçtikleri EDİTÖRÜN SEÇTİKLERİ
hava durumu HAVA DURUMU
anket ANKET

e-gazete E-GAZETE
arşiv HABER ARŞİVİ
Bu haber ilginizi çekebilir! Kapat

İstanbul'dan Dünya'ya Tarih'in İzinde