İstanbul’un Kapısı, Türklerin Son Umudu; 1912 Çatalca

Tarih: 31 Ağustos 2016 18:46
İstanbul’un Kapısı, Türklerin Son Umudu; 1912 Çatalca

Yukarıdaki başlık belki ilk başta pek bir anlam ifade etmeyebilir. Ancak bundan tam 103 yıl önce Kasım 1912 tarihinde Çatalca’da durum aynı başlıkta ifade edildiği gibiydi. Zaten bu başlıkta tesadüfen seçilmiş bir başlık değildir.

Balkan Harbinde Çatalca Muharebesindeki durumu en iyi özetleyen ifadelerden biridir. Biz de o yüzden bu başlığı makalemize aynen aldık. The Advestiser gazetesinin 19 Kasım 1912 Salı günü attığı manşette, Türklerin son umudunun Çatalca olduğu ve Çatalca’da büyük bir muharebenin beklendiğinden başka; koleranın Müslüman kamplarda yayıldığını ve binlerce insanın günden güne hayatlarını kaybettiği yazıyordu. Peki, ama Türkiye’nin son umudu olacak kadar önem atfedilen Çatalca’nın Balkan Harbindeki konumu nedir?

Çatalca Muharebesi Balkan Harbinde kazanılan tek savunma savaşıdır. Kasım 1912’de meydana gelen Çatalca savunma Savaşından önce yapılan müdafaalar birkaç ay ya da Edirne gibi 5 ay 5 gün kadar dayanarak teslim bayrağını çekmişlerdir. Edirne ile birlikte Yanya ve İşkodra Müdafaaları da yapılan taarruzlara dayanamamış ve Balkan Harbinde Rumeli, Türklerin elinden çıkmıştır. Rumeli’nin elden çıkması ile birlikte dağılan Garp Ordusu perişan bir halde Anadolu yolunu tutmuş ve Trakya üzerinden İstanbul’a gelmekteydi. Esasen 18 Ekim 1912’de başlayan Balkan Harbinde Osmanlı Devletinin bu kadar kısa bir sürede yenileceği Balkan Hükümetleri tarafından da tahmin edilmiyordu. Bunun üzerine Trakya’da ricat halinde olan Türk ordusu; topunu, tüfeğini ve yiyecek erzakını yollarda bırakarak ya da imha ederek İstanbul’a kendini atmayı amaçlıyordu. Bulgarlar, Edirne Kalesini muhasara için bir miktar asker bırakarak çekilmekte olan Türk Ordusunu takibe başladı. 23 Ekim-1 Kasım tarihleri arasında Bulgarlar ile Türkler Trakya’da tekrar karşı karşıya geldiler. Yapılan Kırklareli ve Pınarhisar Muharebelerinde Şark ordusu yenildi ve kıtalar birbirinden ayrılarak kendi başlarına Trakya ovasında dağıldı. Bu Muharebeden sonra Trakya’da; Balkanlardan göç eden Müslümanlar ile ricat eden erler iç içe girmiş, herkes kendi derdine düşmüş idi.



Garp Ordusunun yenilmesi ve Trakya’da Şark Ordularının dağılması üzerine Osmanlı Devleti Trakya’da başkenti koruyacak ordudan mahrum kaldı. Bulgarların Edirne’yi muhasara etmesi ve Türk ordusunun bir nebze olsun Kırklareli ve Pınarhisar savaşlarında Bulgar Ordusunu hırpalaması, Bulgarların Türk Ordusunu takip etmeye mani oldu. Bu muharebelerden hemen sonra zaten Bulgarların Türkleri takip etmesi mümkün değildi. Hem savaşın getirmiş olduğu yorgunluk, hem erzakın zamanında yetişememesi ve dahası koleranın ordu içinde hızlı yayılması Bulgarların gücünü zayıflattı. Bu esnada Bulgarlar, ricat etmekte olan Türkleri takip yerine kendi ikmallerini tedarik etti. Eğer her türlü zorluklara rağmen Bulgar Ordusu ricat eden Türkleri takip etmiş olsa idi; büyük ihtimal daha Çatalca’ya gelip bir ordu oluşturmadan önce Çerkezköy’de Türkler tamamen imha edilir ve Bulgarlar hiçbir mukavemet görmeden İstanbul’a girer ve Osmanlı Devletinin başkentini işgal edilerek her türlü anlaşma maddesini dikte ederlerdi. (Bursalı Mehmed Nihad, Balkan Harbinde Çatalca Muharebesi, Yay. Haz. Kasım Bolat, Çatalca Kaymakamlığı, İstanbul: Haziran2013). Bulgar askerlerinin bozulan morali komutanları tarafından düzeltilmeye çalışılıyor, Ayasofya’da ibadet ve kubbesine haç takılacağı vaat ediliyordu.

Türkler ilk olarak I. ve II. Şark Ordularını lağvederek onun yerine “ Çatalca Ordusunu” kurdu. Başına da Çatalca Müstahkem Mevkii Komutanı sıfatı ile Topçu Korgeneral Ali Rıza Paşa’yı atadı. Türkler ile olarak Çatalca’da 1880-1890 arasında yapılan Çatalca Hattı Müdafaası için inşa edilen tabyaları ihya ettiler. Bununla birlikte; Büyükçekmece Gölünün en kuzey ucu ile Terkos Gölünün en un güney ucunun başladığı yerden itibaren yeni bir savunma hattı belirlediler. Ahmediye’den başlayan bu savunma hattı; Bahşayiş, Nakkaş, Örcünlü, Kestanelik, Çanakça, Yazlıkköy’den geçerek tam bir barikat oluşturuyordu. Tabyalara ek olarak toprağın imkân verdiği yerlerde boy siperi, imkân vermeyen kayalık yerlerinde ise diz siperleri açtılar. Bu zaman zarfında ricat edip hastalıktan kırılan askerin de kendine güveni yavaş yavaş artıyordu. Zira tahammül sınırını zorlayan Çatalca’da da durmayıp firar etmiş ya da hastalıktan Çatalca ve Hadımköy’de şehit olmuştu.



Başkomutanlık ve sadaret her ne kadar askeri tedbirler alınsa dahi, manevi olarak asker motive edilmediği üzere Çatalca Ordusunda bir başarı beklenemeyeceğini biliyordu. Bu yüzden Karargâh-ı Umumi, halkın manevi durumuna vakıf, askerin moralini düzeltebilecek ve onlara hitap edebilecek 100 kadar ulemanın cepheye gönderilmesi talebinde bulundu. Sadaret, durumun ciddiyetini bildiği için 50 kadar hatibi Çatalca cephesine gönderdi. Bu kimselerin her biri cephelere dağıldılar ve savaş başlayana kadar asker arasında dolaşarak yaptıkları konuşmalar ile askeri motive ettiler. Karnı doyan eli siyaha alışan ve manevi olarak kendilerine hitap edilen askerlin morali düzeldi. Adeta baharda güneşi gören filizler gibi canlandı ve kuvvetlendi. Dahası Balkan harbine bir kurşun bile atmadan cepheye sevk edilen askerler Çatalca Savunma hattının gerisinde hem müdafaa için gerekli hazırlıkları yapıyor hem de talim ve terbiyeden geçerek nişanlara atışlar yaparak eğitimden geçiyorlardı. Bu eğitimin yapıldığı sırada Çatalca’dan geçerek İstanbul’a gitmekte olan harp muhabiri Ellis Ashmea Bartlett, hayretini gizleyememiş ve “ üç gün evvel harp eden şimdiyse düşmandan birkaç km uzakta tatbikat ve atış talimi yapan bu ordu, harp tarihinde muhakkak bir ilktir. Gördüklerim karşısında şaşkına dönmüştüm” diyerek hayretini gizleyememiştir.(Ellis Ashmea Bartlett, Türklerin Rumeli’ye Vedası,Trc. Görkem Şengün- H. Büşra Yavuz, İz Yayıncılık, İstanbul:2012, s. 283).

Her türlü olumsuzluk ve yetkili kişilerin basiretsizliği sonucunda Türk Ordusu nefsine yapılan bu saldırıyı göğsünü siper ederek Plevne olmasa dahi Çatalca savunma hattını oluşturacaktı. 17 ve 18 Kasım 1912’de yapılan iki günlük büyük I. Çatalca Muharebesine kadar Türk ordusu Çatalca’da savunma Hattını oluşturmayı başardı.  Bulgarlar, Türklerin başkentlerini son bir kez daha savunmadan pes etmeyeceklerini biliyordu. Ancak Rusya’nın ve Fransa’nın Bulgarları el altından desteklemesi Bulgarları ileri harekât için motive ediyordu. Nihayet 17 Kasıma kadar keşif saldırıları ile geçen günlerde 17 Kasım sabahı, Türklere göre 6.30; Bulgarlara göre ise;5.30’da büyük bir top atışı ile savaş başladı. Bu esnada Karargâh-ı Umumi heyeti Sancaktepe’de bir trende vagon içinde idi. Bursalı Mehmed Nihad, aktardığına göre bu atış o kadar beklenmedik bir zamanda yapıldı ki; vagonda bulunan erkân, don gömlek dışarı çıkarak hücum emri verdi.

Bu top atışı iki gün boyunca kanlı bir şekilde devam edecek olan Çatalca Muharebesinin fitilini ateşledi. Bulgarlar, aralıksız olarak uzun menzilli topları ile atışlar yaparak Türk Ordusuna zayiat vermeye çalışıyordu. Türk Karargâhının savaşı vagondan takip etmesine rağmen, Bulgar komutanlar Savof ve Radko, Akalan’da Çatal Kaya’dan savaşı bizzat izliyorlardı. Bulgarlar bu gün içerisinde Asım Paşa Tabyasından ve İleri Tabya’dan taarruz yaparak Türk savunma hattını yarmaya çalıştı. Ancak Türk Ordusunun başarılı süngü savaşı ile Bulgar ordusu geri çekilmek zorunda kaldı. Ancak bu süngü savaşından sonra geri çekilmekte olan bir Bulgar Alayı Asım Paşa Tabyasının birkaç yüz metre önünde tutunarak gecenin bastırmasını bekledi. Bulgar kıyafetlerinin de Türk Ordusu gibi haki renkte olması zaman zaman karışıklıklara neden oluyordu. Bu yüzden işgal edilen tabyalarda kimi zaman uzaktan bakıldığın zaman Bulgar mı? Olduğu Türk m? Olduğu anlaşılmıyordu. 17 Kasım-18 Kasım’a bağlayan gece Antalya Tümenine bağlı Alaiye Taburu [Alanya Taburu] İleri Tabya’ya sevk edilir. Alanya Taburu da akşam olunca İleri Tabyanın ilerisinde de Türk birliği olduğu zannı ile bir nöbetçi dahi bırakmadan uykuya dalar. Zaten aç ve yorgun olan birlik derin bir uykunun esiri olur. Asım Paşa Tabyasında tutunan ve cephanesi bittiği için geceyi bekleyen Bulgar alayı, saklandığı çalılıklar arasından çıkarak keşif yaparlar. Bu sırada İleri Tabyada uyuyan Alanya taburu askerlerini fark ederler. Bu, Bulgarlar için kaçırılmaz bir fırsattır. Asker arasına dalan Bulgarlar cephaneleri bittiği için uykuda olan Türk askerlerinin hepsini tek tek süngü ile şehit ederler. Bu esnada Bulgarlar o kadar sessizdir ki; bu baskının yaşandığından kimsenin haberi olmaz. En son derin uykusundan uyanan bir asker avazı çıktığı kadar bağırır ama artık çok geçtir. Hayatta olan ve uykudan uyanan Türk askeri süngüsünü eline alır ve o da Bulgar’a saplar. O gece 650’den fazla Türk askeri şehit edilir. Yaralı kaçıp kurtulanlar ile panik halinde kaçarken, o sabah taarruz emrini vermeden önce keşif yapmak isteyen Mahmur Muhtar Paşa’ya rastlarlar.



Mahmut Muhtar Paşa, firarilerden bilgi almak ister ama bu mümkün olmaz. İleri Tabyaya geldikleri zaman kurmayları ile Bulgar askerleri arasında kaldıklarını anlar. Mahmut Muhtar Paşa açılan ateş sonucunda sağ diz kapağının altından yaralanır. Atı da kalbinden aldığı bir kurşun ile ölür ve Muhtar Paşayı 8-10 m öteye sol omzunun üstüne atar. Paşa, düştüğü yerden kalkmak ister ama bu esnada bir ayak bileği de kırılır. Bu esnada yardımına giden bir er sayesinde Muhtar Paşa hastaneye sevk edilir. Sevk esnasında; 87. Alay Trabzon Gönüllülerini görür ve onlara intikamının alınması talimatını verir. 87. Alayın Trabzon Taburu, Çatalca cephesine gittiğinde komutanları Bnb. Mehmet Ali Bey ile İleri Tabyaya gider orada büyük bir kanlı savaş yapılır. Bulgarlar Trabzon Taburu önünde tutunamaz ve işgal ettikleri İleri Tabyadan çekilmek zorunda kalırlar. Böylece Trabzon taburu muhtemel bir felaketi engellemiş olur. BU başarı sonucunda Bulgarlar, Türklerin 12 Kasımda gönderdikleri ve cevap bile vermedikleri anlaşma isteğini yürürlüğe korlar ve 19 Kasımda anlaşmayı kabul ederler. Yapılan müzakereler sonucunda da Bulgarlar ile 3 Aralık 1912’de Çatalca Müzakeresi imzalanır.

http://www.istanbultarih.com/makaleprint/istanbul-un-kapisi--turklerin-son-umudu--1912-catalca.html