Kalb-İ Stanbul Eyüb Sultan-2

Kategori: Kültür-Sanat - Tarih: 26 Aralık 2016 10:47
Kalb-İ Stanbul Eyüb Sultan-2

Her şehrin bir merkezi olduğu gibi manevi önderleri de vardır. Medeniyetler beşiği İstanbul'umuzun da manen kalbini Eyüb Sultan semti teşkil etmektedir. Şair Ekrem Elmas'ın kaleminden Mihmandar-ı Resulullah, Alemdar-ı Habibullah vasıflarıyla övülen Halid Bin Zeyd Ebu Eyyüb-El Ensari'yi ve semt-i Eyüb'ü okuyacağınız yazı dizisinin ikincisi sizlerle...

Es-Selâm da O idi El-Latîf de 
El-Hafîz de O idi El- Vâris de 
Dua buyuran Alemlere Efendi olandı
Dua buyurulansa Efendiye Mihmândâr

Böyleyken ve Koruyanların En Hayırlısı O Rahmân ve Rahîm iken, elbet Ebû Eyyûb (r.a) da insanlardan korunurdu.
Bilinirdi, dünya imtihan yurduydu. Ve yer ve hava, yekten çile doluydu. 
Görebilene, görüp sevebilene ve o çileleri çekebilene…
Ez cümle imtihan kadrü kıymetin bilebilene…
Vesselam sabredip korunana, koruyan Allah’a şükredebilene nice ihsanlar verilirdi.

Nefes aldıkları her an Rabbin Kitabına ve Resûl’ün Sünnetine uyarak yaşamlarını şekillendiren o aziz arkadaşlardandı ya hani Hâlid bin Zeyd (r.a); hani yaşı ilerlediği halde, çilelerle nasırlaşan ve nasırlaştıkça nurlaşan haliyle, bile isteye, can-ı gönülden cenge cihada koşa koşa, nice zorlukları göze alarak Asr-ı Saadet yurduna veda etmiş ve bu şehre gelmişti ya madem, işte Rahîm olan Allah da bu şehirler güzidesi İstanbul’a onu böyle kalp eylerdi.

Allah Resûlü “Letüftahannel kostantıniyye…” buyurur ve Fatih’ini bekleyecek bir Feth-i Mübin’in besmelesi çekilirdi. Ebû Eyyûb-el Ensârî’nin de (r.a) “Kostantiniyye surları dibine bir salih zât defnolunacak.” hadisi şerifine atıfla “Umuyorum ki o kişi ben olayım.” demesiyle asırlar boyu filizlenip zamanını bekleyecek fetih başlamış olurdu.

Yesrib İslamla müşerref kılındıkta nasıl Medine oldu ise, Kostantiniyye de işte öyle İslambol kılınacaktı. Allah Celle emir buyurur ve lahza olsun şaşmadan yeryüzünü buna hazırlardı vakit. 

O “Ol” deyince olmayacak mı vardı? Yoktu. Hayy olan da O idi Layemut olan da… O koruyanların en hayırlısıydı ve O’nun koruduğunda da nice hayırlar olacaktı. Bunda ne şek vardı ne şüphe. Sevende şüphe mi olurdu zaten? Ne duymuşsa hakikate dair, bir cemre gibi “Amenna” ve bir bahar gibi “Saddakna” düşerdi gönlüne. Seven böyle olurdu. Ve gün gelir bir Mübarek Hicretle hayatı katbekat güzelleşen, En Sevgili’nin Emaneti Cömert Sahabe Ebû Eyyûb’un (r.a) Kostantiniyye surları önünde ahirete irtihaliyle ilgili şu hadiseler yaşanırdı:

Son Hicretin göz yumup göz açma, ölüm meleğinin henüz ona selam verme aşamasından evveldi.

Yaşlılığı malumdu. Aylarca yolculuk ve Kostantiniyye Muhasarası. Yoruldum demese de yorulmuş, hastalığı artmıştı. İslam ordusunun kumandanı onu ziyarete gelip kendisinden bir isteğinin olup olmadığını sorduğunda dedi ki:

“Dünyalık namına hiçbir isteğim yoktur. Ancak senden isteğim beni düşman arazisinde ilerleyebildiğin yere kadar götürmendir. Düşman arazisinde daha ilerisine gidemeyeceğin yer neresi ise, beni işte oraya defnet.”

Kostantiniyye surları… Peygamber Sözü… Ve o Salih Zât…
An geldi, melek selam verdi, Salih olan selamı aldı.

An oldu, vakti zamanında “Siz alt katta biz üst katta, böyle olmaz Ya Rasûlallah.” diyerek vakti zamanında Fahr-i Kainât Efendisi’ne hürmet ve muhabbetini aşikar eyleyen İstanbul’un Kalbi o Mihmandâr-ı Nebî hüsn-ü hicrete büründü, hüznün ve hüsnün Rabbi olan O Rahmeti Rahmana kavuştu.

Çok sevilirdi, çok sayılırdı. Ama işte o da gitmişti. Gözler yaşardı, kalplar mahzun oldu. Gezindi ordunun üzerinde bir bulut gibi o ağır Eylül Hazanı. Ağlandı, ağlandı. Ağlandı ama ağıt yakılmadı. 

Dendi ki “İnnâ lillâh…” 
Dendi ki “Tez kılına namazı.”

Cenaze namazı kılındı ve defin için harekete geçildi. İslam askerleri tarafından gidilebilecek yere kadar taşınmış ve kabri için bir yerde karar kılınmıştı. Vasiyeti yerine getirilmişti.

Yapılanları gören Bizans Meliki bir adamı vasıtasıyla Müslümanların ne yaptıklarını öğrenmek istedi. Gelen elçiye denildi ki:

“Bizim buraya defnettiğimiz kişi Peygamberimizin arkadaşlarındandır. O bizden bu beldede defnedilmeyi istedi. Biz de onun vasiyetini yerine getirdik.”
Bizans Meliki durumumdan haberdar oldu ve Ordu Kumandanına yeni bir elçi gönderdi. Diyordu ki: “Kuşatma bitip ve siz buradan çıkıp gittikten sonra biz onun cesedini bulunduğu yerden çıkarır vahşi hayvanlara yediririz.”

Halbuki o zavallı melikin, cesedini vahşi hayvanlara yedirmeyi düşündüğü kişi Allah Resûlünden işkenceli ölümlerin yasaklandığına dair hadis nakletmiş biriydi. Ama kara kalpli melik ne bilsindi Hadis ne, Sahabe ne, Peygamber ne? Bilmezdi. Ama ona da öğretirlerdi edepli olmayı. Dedi ki müslümanlar:

“Şayet onun kabrinin açıldığını duyacak olursak Arap ülkesinde öldürülmedik bir Hıristiyan, yıkılmadık tek bir kilise bırakmayız.”

Bu sözler hep korkutmaydı, yoksa savaş adabımızda zulme yer verilmemişti, verilmezdi. 

Ve Bizans Meliki de korktu. Kabire dokunamadılar.

Allah işte öyle korurdu.
 

http://www.istanbultarih.com/haberprint/kalb-i-stanbul-eyub-sultan-2-120.html