İyi İnsanların Ülkesi Bosna Hersek Gezi Notları

Kategori: Geziler - Tarih: 23 Aralık 2016 22:55
İyi İnsanların Ülkesi Bosna Hersek Gezi Notları

Güzel İnsanların Ülkesi, Avrupa’nın Kudüs’ü olarak isimlendirilen, kadim bir tarihe sahip, doğal güzellikleriyle gönülleri fetheden Bosna'yı son gezimizde misafirimizin olan katılımcımızın kaleminden okuyun. Sizde bu ayrıcalıklı yolculukta yerinizi alın..

Bosna, Bizans İmparatoru VII. Konstantin’in 958 yılında kaleme aldığı jeopolitik bir kitap olan “De Administrando Imperio” isimli eserde “Horion Bosona” yani “İyi insanların bölgesi” şeklinde geçmektedir. Biz de iyi insanların ülkesine yolculuk için sabırsızlanıyorduk.

Bosna Hersek benim için tarihsel önemi ve kültürel miras niteliği taşımasının yanı sıra doğal güzellikleri sebebiyle de uzun zamandır gidip görmek istediğim ülkelerin başında geliyordu. “Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç’in Ülkesi, Avrupa’nın Kudüs’ü, Osmanlı’nın Yadigarı, Kültürel Özellikleriyle ve Doğal Güzellikleriyle Bosna Gezisi” sloganıyla İstanbul Tarih ve Kültür Topluluğu‘nun düzenlemiş olduğu 23 – 26 Nisan 2015 tarihleri arasında gerçekleşen Bosna Turu‘na katılmakla kısmet oldu. Geziye Almanya‘dan katılacağım ve Almanya’dan Bosna’ya uçak bileti 22 Nisan’da olduğu için İstanbul’dan gelecek gruptan bir gün önce, yani 22 Nisan 2015 tarihinde başlayacaktı benim için Bosna Turu. 22 Nisan Çarşamba günü Almanya’dan havalanan uçağımız Uluslararası Saraybosna Havalimanına iniş için alçalırken havanın da açık ve güneşli olması sebebiyle büyük bir önsevinçle kuşbakışı şehrin doğal güzelliğine hayran kaldım fakat sevincim kursağımda kaldı.Sebebi ise; havanın güzel olmasına rağmen aşırı rüzgarlı olması ve buna bağlı olarak yoğun türbülans yaşanması nedeniyle uçağın havalimanına inemeyip, yarim saat Saraybosna semalarinda dolandıktan sonra Almanya’ya geri dönüş yapmak zorunda kalması idi. Onlarca şehre uçakla seyahat etmiş olmama rağmen, daha önce başıma böyle bir olay gelmemişti ve o an anladım ki, Saraybosna diğer şehirlere benzemeyecekti. Neyse ki, Avrupa’nin bir kaç şehrinden aktarmalı uçuşlar yaparak, 17 saat süren yorucu bir yolculugun ardindan aksam geç saatlerde Saraybosna’da konaklayacağımız otele yerleşebildim.

 

1.GÜN: SARAYBOSNA-TRAVNİK-JAJCE-AHMİÇ KÖYÜ 
Turumuzun ilk gününde sabahın erken saatlerinde Istanbul’dan gelen kafileyle havalimanında buluştuktun sonra basladı Bosna maceraız. “Bir şehre gittiğinizde o şehrin manevi büyüğünü ziyaret edin“ sözü gereğince ilk durağımız Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç’in de kabrinin bulunduğu Kovaçi Sehitliği oldu.



Bana göre tur planlamasında bu çok ince düşünülmüş bir ayrıntıydı. Kendisiyle burada buluşup tanıştığımız ve 4 gün boyunca bize rehberlik yapan Şemseddin Haliloviç Bey bize Aliya’nın: “Vasiyetimdir, beni şehitlerimin yanına gömün. Benim yanım onların yanıdır. Beni ayrı bir yere defnetmeyin, zira benim ziyaretime gelenler onlardan da dualarını esirgemesinler, mahzun kalmasınlar.“ şeklinde vasiyette bulunduğunu anlattıktan sonra, bizden bekleneni yerine getirdik ve ardından vezirler şehri olarak bilinen Travnik’e doğru yola çıktık. 

Yol boyu rehberimiz mükemmel türkçesi ve tarih bilgisiyle bize geçtiğimiz ve gideceğimiz yerler hakkında bilgi verirken, birşey kaçıracağım endişesiyle onca yorgunluğuma rağmen gözümü dışarıdan, kulağımı rehberimizin anlattıklarından ayıramadım. Bir yandan farklı farklı mimari özelliklere sahip camii ve kiliseler ve yeşilin sayısız tonunu yansıtan orman ve nehirler, diğer yandan ise kurşun delikleri ile dolu binalar ve yeşilin arasından diken gibi gözümüze batan beyaz mezar taşları özellikleri ve her yönüyle eşi benzeri olmayan bir ülkede bulunduğumuzun kanitiydi sanki.

Kısa bir yolculuğun ardından ilk durağımız Travnik’e ulaşmıştık. Travnik’te ziyaret ettiğimiz ilk yer Fatih Sultan Mehmed’in su içtiği Plava Voda (Göksu) idi. 
Burada gezimizin ilk Boşnak kahvesini yudumlarken ilginç bir sunumla karşılaşıyoruz: Kahveyle birlikte sigara ve kibrit ikram ediliyor, ki bunun hikayesi de oldukça ilginç bir aşk hikayesini barından bir gelenek imiş. 

Daha sonra gördüğümüz yerler arasında Rumeli’ye has “Alaca” diye adlandırılan bezemeli camilerden biri olan Süleymaniye Camii vardı.Travnik Alaca Cami’nin Cennet Meyveleri motifli süslemeleri insanı kendisine hayran bırakıyor, kıble duvarındaki üzüm ve mor salkımların ahengi görenleri büyülüyordu adeta. Osmanlı Devletine çok sayıda Vezir yetiştirdiğinden dolayı Travnik’in bir diğer adı da “Vezirler Şehri” imiş. Travnik Müzesi haline dönüştürülen Travnik kalesine çıktığımızda kale üzerinden şehir muhteşem görünüyordu. 



Bir kartal yuvasını andıran Travnik Kalesi içerisinde bir de cami bulunuyor. Kale Camii olarak adlandırılan cami 15. yüzyılda Sultan II. Bayezid döneminde inşa edilmiş. Camiden günümüze sadece minare ve duvar temelleri kalmış. Travnik Kalesinden bir Lale Devri yapısı olan Elçi İbrahim Paşa Medresesi’ne doğru bir seyr-ü temaşa ediyoruz. Yapımından bugüne 3 asır geçmiş olmasına rağmen hala faaliyetlerine hız kesmeden devam ediyor olması bizi sevindiriyor. 

Travnik’ten sonraki duragimiz II. Dünya savaşı sonrası önemli toplantılara ev sahipliği yapmış olduğunu ögrendigimiz Jajce şehri. 

Tarihi öneminin yanı sıra Pliva ve Vrbas nehirlerinin birleştiği yerde bulunan şelalesiyle de Avrupa’nın en güzel şelalelerinden birine sahip Jajce. Bu eşsiz manzarada bol bol fotoğraf çekildikten sonra turumuza devam ediyoruz. 

Bir sonraki durak olarak Bosna Savaşı esnasında Hırvatlar tarafından büyük bir katliamin yapıldığı Ahmiç Köyü‘ne uğruyoruz. Hırvatlar burada 16 Nisan 1993 tarihinde 3 aylık bebekten ihtiyarlara kadar tamamı sivil 116 savunmasız Müslümanı acımasızca katledip cesetlerini yakmış, köyün camiisini yıkmışlar. 

Daha sonra Birleşmiş Milletler bu feci olayı fotoğraflarla belgelemiş ve katliam olarak tanımış. Bu fotoğraflar şimdi yeniden inşa edilmiş olan camii’nin avlusunda bulunan bir müzede sergiye sunuluyor. Fakat o fotoğraflara bakmaya yürek dayanmıyor… Daha önce bu katliam hakkinda hiçbir bilgi sahibi olmadığım için gördüklerim ve duyduklarım bende adeta duygusal bir cöküşe sebep oluyor…

Akşam namazına kısa bir zaman kaldığı için biraz bekleyip namazdan sonra Saraybosna’ya doğru yola çıkmaya karar veriyoruz. O esnada ilginç ama bir o kadar da üzücü birşey ögreniyoruz camii’nin hocasından. Cemaat yetersizliği sebebiyle camii’nin hocası ikindi namazını bu camii’de, akşam namazını ise daha ilerde bulunan bir diğer camii’de kıldığını anlatıyor bize ve oradan ayrılıyor. Hocasız kaldığımız camii’de grubumuzdan bir abi hocayı aratmayacak güzellikte bir sada ile akşam ezanını okuyor. Akabinde organizatörümüz İbrahim bey de namazı kıldirdıktan sonra içimizde tarifi mümkün olmayan bir buruklukla Saraybosna’ya doğru yola koyuluyoruz. Şüphesiz ki duygusal çalkantılarla geçen ve aynı zamanda Regaip kandili olan ilk günümüzün hatıralarımıza kazılacak olan en önemli hadisesi Ahmiç Köyü Camisi’nde kıldığımız bu akşam namazı oluyor.

 

2.GÜN: SARAYBOSNA 
Turumuzun bugünkü programında Saraybosna şehir gezisi var. İlk durağımız Fatih Sultan Mehmed Han’ın “Vezir bu güzel ovaya bir Saray yaptıralım derhal“ dediği ve ardından da “Ya Rabbi; Kıyamete kadar bu şehirden ezan ve Kur’an sesini eksik eyleme“ diye dua ettiği tepe (Sarı Tabya) oluyor. Buranın manzarası gercekten mükemmel, zira bütün şehir ayaklarinızın altında.

Baharın başlamasıyla yeşeren ağaçlar, şehrin içinden akan Miljacka nehri ve şehri çevreleyen dağlarla Saraybosna’nın bütün coğrafi özellikleri gözler önüne seriliyor. Ayrica ilk gün ziyaret ettigimiz Kovaci Sehitliğini ve diğer şehitlikleri de tamamiyle görebilmek mümkün buradan. Ve beyaz mezar taşlarının şehrin silüetindeki hakimiyeti sanki bu şehri insanların değil de şehitlerin yaşattiği algısını uyandırıyor bende… Saraybosna’yı kuşbakışı gördüğümüz bu noktada rehberimizden detaylı bir şekilde Bosna Savaşı ve bilhassa Saraybosna kuşatması hakkında bilgiler aldıktan sonra Aliya İzzetbegoviç’in hayatından önemli kesitlerin ve şahsi eşyalarının yer aldığı Aliya İzzetbegoviç Müzesi‘ne geçiyoruz.



Müzede Aliya’nin hayatı ve davası hakkında rehberimizden detaylı bilgiler edinirken, bir kez daha Aliya’nın ne kadar değerli bir insan olduğunun farkına varıyorum. Keşke biraz daha yaşlı olsaydım da, Aliya’nın hayatta ve aktif olduğu dönemleri daha yakından takip edebilseydim diye geçiriyorum içimden. Neyse ki yazmış olduğu kitaplarla derin bilgisi ve birikimini bizlere ve bizden sonra gelecek olan nesillere aktarabilmiş. Bu eserlerden en önemlilerini yazma fırsatını hapishanede bulduğunu göz önünde bulundurarak, bundaki hayır da buymuş demek diye düşünüyorum kendi kendime.

Müze ve kabir ziyareti ardından Basçarşı’ya iniyoruz. Burada ziyaret ettiğimiz yerler arasında Saraybosna’nın simgesi Başçarşı sebili, Aliya’nın da üyesi olduğu Mladi Müslümani derneğinin de bulunduğu Moriça Han ve benim için ayrı bir önem taşıyan Gazi Hüsrev Bey Camii ve Medresesi bulunuyor. 
Cuma namazı vakti cemaat yoğunluğundan dolayı bayanlara yer olmadığı için, caminin avlusundan hutbeyi dinlerken çevredeki insanları seyretme fırsatı buluyorum.

Havanın serin ve yağmurlu olmasına rağmen cemaat çok kalabalık ve ilaveten dışarıya da halılar seriliyor. Yerli yabancı farklı farklı milletlerden ve ırklardan insanlar bir araya geliyorlar beraber ibadet etmek için. Sadece İslam dinine özgü olan bu durum karşısında açıkçası duygulanıyorum biraz.

Tabii ki bu manzarayı sadece Saraybosna’da değil, bilakis turistik olan her İslam şehrinde gözlemleyebilmek mümkün. Fakat burayı farklı kılan birşey vardı, o da İslamiyet’in bir Asya veya Afrika ülkesinde değil de Avrupa‘nın göbeğinde dağlar arasında kalmış bir ülkede yaşanıyor olmasıydı. Dinimizi buralara kadar getiren ecdadımız, sadece Müslüman oldukları için katledilen yüzbinlerce insan ve bu ibadetin burada yapılabilmesi için canını veren şehidler geliyor aklıma ve onların hiçbir zaman unutulmaması için dua ediyorum. 



Tito'nun Barış AteşiSaraybosna’da ziyaret ettiğimiz ve rehberimizden önemli bilgiler edindiğimiz diğer yerler arasında üç farklı tarihsel dönemi yaşatan Ferhad Paşa Camii, Katolik Katedrali, Tito’nun sönmeyen ateşi, büyük bir katliamin yaşandığı ve ardından Bosna Savaşının bitmesinde büyük önem taşıyan Markele Pazar yeri ve tabii ki I.Dünya Savaşı‘na neden olan suikastin gerçekleştiği Latin Köprüsü bulunuyordu.

Saraybosna sokaklarında gezerken attığınız küçük adımlarla bir nevi kıtalararası yolculuk yapmış oluyorsunuz. Bir caddede Avusturya mimarisi binalar ve klasik kafeler sizi adeta Viyana’daymışsınız gibi hissettirebilirken, köşeden döndükten sonra göreceğiniz bakırcılar ve Osmanlı mimarisini yansıtan camiler sayesinde bir Anadolu şehrinde olduğunuzu düşünebilirsiniz.

Başçarşı da Morica Han’nin girişinde bulunan “Isfahan“ yazan demir kapı ve içeride satılan halı ve aksesuarlar ise siz de İran’da olduğunuz hissini uyandırabilir.

Kısaca Saraybosna, barındırdığı camiiler, kiliseler ve kültürel zenginlikleriyle Avrupa’nin Kudüs‘ü olma ünvanını fazlasıyla hak ediyor.

Ferhadiye Caddesi’nde bulunan ve bu ünvanin altını çizen “Sarajevo – Meeting of Cultures“ yazısı barışı, birlikte yaşamı ve hoşgörüyü simgeliyormuş. Dilerim ki, bu barış ebedi olur ve tarihte birçok savaşlarla anılmış olan bu coğrafyada bir daha kan dökülmez.

 

3.GÜN: KONJİC-POÇİTEL-BLAGAY-MOSTAR 
Turumuzun en yeşil gününe sabahin erken saatlerinde Hersek bölgesine hareket ederek başlıyoruz. Bugünkü programımız dolu dolu, zira ziyaret edeceğimiz şehirler arasında Konjic, Poçitel, Blagay ve tabii ki Mostar bulunuyor. Otobüs yolculuğu esnasında gördüğümüz doğal güzellikler o kadar etkileyici ki, 2,5 saatlik yolculuk biraz daha uzun sürse şikayet etmem. Zümrüt yeşili nehir olarak bilinen Neretva’nin güzelliği dağların yeşili ve gökyüzünün mavisiyle birleşince ortaya adeta sürreal bir görüntü çıkıyor.

İlk durağımız Konjic’te 19. Osmanlı Padişahı Sultan IV. Mehmet’in saltanatı sırasında, 1682 yılında Neretva nehrinin üzerine inşa edilmiş olan taş köprüyü görüyoruz.



Burada kısa bir mola verdikten sonra Türklerin Bosna topraklarında kurdukları ilk köy olan Poçitel köyüne ulaşıyoruz. Poçitel kalesi, kervansarayı, hamamları ve 400 yıllık Şişman İbrahim Paşa camisiyle tipik bir Osmanlı köyü. Kaleye çıktığınızda kuşbakışı gördüğünüz bu köyün manzarası doğanın ve Neretva‘nın yeşiliyle birlikte kartpostalları aratmayacak pitoresk bir güzelliğe sahip. Tarihi dokusunu hala koruyan Poçitel’in UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesinde yer aldığını öğreniyoruz ve günümüzün üçüncü durağı olan Blagay kasabasına doğru yola çıkıyoruz.

Blagay da gördüğümüz ilk yer Avrupa’nın en büyük nehir kaynaklarından biri olan Buna nehrinin kaynağı. Bu kaynaktan saniyede ortalama 45 ton su çıktığını, suyun 10 derece soğuklukta olduğunu ve Buna nehrinin sadece 9 km sonra Neretva nehrine aktığını öğreniyoruz. Kaynak, dağın dibinde yer alan bir mağarada bulunduğu için kaynağın başına henüz ulaşılamamiş. Nehrin ilk akan sularının yanı başında öğle yemeğimizi yerken (menüde tabii ki alabalık var) bugünü sıcak havasında akan soğuk su sayesinde serinliyoruz.



Öğle yemeğinden sonra kaynağın hemen yanında Sarı Saltuk tarafından kurulmuş olan Blagay Tekkesi‘ni ziyaret ediyoruz. Bugünlerde Nakşibendi tekkesi olan Blagay, bir Bektaşi tekkesi olarak kuruldu. Osmanlılar özellikle Balkanlara yolladıkları Bektaşi dervişleri ve babaları sayesinde çok kısa sürede yüz binlerce kişinin Müslüman olmasını sağladı. Bektaşi dervişlerinin hoşgörülü ve özellikle hakkaniyetli tavırları, tarih boyunca hep karmaşa ve savaş içinde yaşamış, bölge halkının Müslümanlığa büyük sempati duymasını sağladı. Osmanlı da bu yeni Müslüman olan halka hemen kucak açtı ve kendi öz halkı olarak kabul etti. Hatta çok rahat denebilir ki Osmanlılar en fazla yatırımı da bu bölgeye ve halkına yaptı. Hala birçok Boşnağın ‘’Biz Osmanlıyız’’ demesinin sebebi de bu karşılıklı büyük sevgiydi.

Burada dikkatimi çeken, diğer gördüğümüz dini mekanlara nazaran Tekke’nin gayrimüslim ziyaretçiler tarafından da büyük rağbet görmesi. Tekke’nin kafeteryasında Buna kaynağı manzarasıyla içtimiz çay ve kahvenin tadı 40 yıl unutulmayacak cinsten. Ayrıca bulunduğumuz mekana bakarak fiyatlar da hayli uygun. Tekke ziyaretinden sonra turun en önemli noktalarından biri olan ve Bosna’ya giden herkesin mutlaka görmesi gerektiği şehre, yani Mostar’a doğru yola çıkıyoruz.



Mostar’da ziyaret ettiğimiz yerler arasında Koski Mehmet Paşa Camii, Karagöz Camii ve Türk evi bulunuyor. Ardından Mimar Sinan’ın öğrencisi Mimar Hayreddin tarafından 1566 yılında inşa edilen ve ne yazık ki Bosna savaşının simgelerinden biri olan tarihi Mostar köprüsünü görüyoruz. Burada rehberimizden köprünün tarihi hakkında detaylı bilgiler alıyoruz. Ardından köprünün hemen başında bulunan küçük müzede Mostar Köprüsü’nün tarihi boyunca çekilmiş fotoğraf ve film karelerinden derlenmiş kısa bir film seyrediyoruz.

Akabinde olmazsa olmaz köprü fonlu fotoğraflarımızı çekilip Mostar’ın taş kaldırımlı sokaklarında gezinme fırsatı buluyoruz. Adriyatik kıyılarına yakın olmamız sebebiyle sıcak iklimin de etkisiyle burası ziyaret ettiğimiz diğer yerlere bakarak daha kalabalık, kıpır kıpır hayat dolu tipik bir turistik yer. Turistlerden aldıkları bahşiş karşılığı köprünün en yüksek noktasından Neretva’nin serin sularına balıklama atlayan gençler şehre hareketlilik katıyor.Gördüğüm bu güzellikler karşısında burada yakın tarihin en kanlı savaşlarından birinin yaşanmış olmasına inanmakta zorlanıyorum.Oysa bundan çok da uzun olmayan bir zaman önce, köprü üzerinde ben dahil fotoğraf çekmekte yarışan turistlerin yerinde köprünün üzerinden geçmeye çalışan masum insanlar çoluk çocuk demeden vurulup öldürülüyorlardı.

Bir yandan böyle bir savaşın yaşanmış olmasına üzülüp, diğer yandan da bitmiş olmasına şükrederken hediyelik eşya dükkanlarının birinin kenarinda üzerinde “Don’t forget“ (Unutma) yazan taş çarpıyor gözüme. İçimden “Don’t forget to forget“ (Unutmamayı unutma) diye tamamlıyorum.

Akşamüstü Saraybosna’ya geri dönüş yaparken yol üzerinde bulunan Jablanica’da tadı damağımizda kalan Bosna’nin meşhur kuzu çevirmesini yiyoruz. Yolculuğun devamında rehberimiz ve organizatörümüz ödülü Aliya İzzetbegoviç’in “Köle Olmayacağız“ isimli kitabı olan bir bilgi yarışması başlatıyorlar. Bir hayli eğlenceli geçen ve bütün yorgunluğumuzu unutturan bu yarışmada Bosna Hersek hakkında genel bilgiler ve gittiğimiz yerlerle ilgili sorular soruluyor. Bu yarışmayı kazanmış olmam Bosna gezisinin benim için amacına ulaşmış olmasının bir kanıtı. Zira ben bu topraklara Bosna‘yı sadece gezip görmek için değil, görüp te anlamak için geldim.



“Bosna’yı anlamak için mutlaka Bosna’ya gelin, gelirseniz Bosna’yı terk etmeyeceksiniz. Gelme imkanı bulamazsanız kendi içinizdeki Bosna’yı keşfedin ki bu gerçekten insan olmaktır“

Aliya’nın gazi komutani Tuggeneral Şerif Patkovic

 

4.GÜN: SARAYBOSNA 
Rüya gibi geçen Bosna Turu‘muzun son gününde ilk olarak Saraybosna’nın İlidza mahallesi civarındaki Vrelo Bosne isimli Milli Park’ta gezintiye çıkıyoruz. İgman dağı eteğinde bulunan bu parkın içinde Bosna nehrinin kaynağı bulunuyor. Ayrıca florası ve faunasıyla da mutlaka görülmesi gereken bir yer. 

Bu parkta en çok hoşuma giden detay, parkın kenarında bulunan seyyar kitapçı oluyor. Bol oksijenli havada, huzurlu bir ortamda kitap ve doğa ikilisini bütünleştirmek için güzel bir hizmet.



Biz maalesef parkta kitap okuma fırsatı bulamasak ta bir sonraki durağımız Saraybosna’daki okumanın merkezi, yani Uluslararası Saraybosna Üniversitesi (IUS). Üniversitenin kampüsünde bu müessesenin Aliya İzzetbegoviç’in vasiyeti üzerine kurulduğunu öğreniyoruz. Rahmetli Aliya İzzetbegoviç, Bosna Hersek ve Türkiye ilişkilerinin eğitim alanında da etkileşmesini çok arzu ediyormuş. 
Üniversite girişindeki duvarda asılı olan Fatih Sultan Mehmed Han’ın Bosna Hersek‘in fethinden sonra ve buradaki hristiyan halka verdiği ahidname ve burada okuyan gençlerin yaklaşık %50’sinin Türk olması, ne mutlu ki Aliya’nın arzusu gerçekleşmiş dedirtiyor.

Biraz üniversite havası aldıktan sonra turumuzun son durağı olan Yaşam Tüneli‘ni ve savaş dönemine ait eşyaların sergilendiği müzeyi ziyaret ediyoruz. 

Bu sabah otelden çıktığımızda tesadüfen karşılaşıp tanışmış olduğumuz Şida Kolar isimli teyze, savaş esnasında tünel yapımı için evini devlete hibe etmiş ve hatta savaş bitene kadar aktif olarak askerlere bir anne şefkatiyle yardim etmiş.

Daha tünelin bulunduğu eve girmeden ilk şoku yaşıyorum. Evin duvarları delik deşik, savaştan kalan kurşun ve bomba izleri bütün vahşetiyle karşımızda. Savaş esnasında Saraybosna‘nın kuşatmadan tek çıkış yolu olan bu tünelin dahi Sırplar tarafından ne denli saldırılara maruz kaldığını görmek kanımı donduruyor. Rehbermizden ve izlediğimiz görselden tünelin yapım aşaması hakkında detaylıca bilgi aldıktan sonra, evin altında bulunan yaklaşık 20 metrelik tünelden geçiyoruz. Tünele inen merdivenlerin yanında Bosna savaşında hayatını kaybetmiş olan bütün insanların isimleri ve doğum tarihleri yazan listeler asılı. Bu görüntü karşısında yeniden içim parçalanıyor ve aklıma o an gelen bir fikri paylaşmak istiyorum bu yazıyı okuyanlarla: Saraybosna’ya giderseniz mutlaka Yaşam Tüneli’ni ziyaret edin.



Evin içinde bulunan bu listeden herhangi bir bir kişiyi seçin ve ona İSMEN dua edin. Böylece belki sadece seçtiğiniz kişinin değil, meleklerin de duasını alırsınız. Zira gıyaben dua etmenin önemi bir Hadis-i Şerif te şöyle bildiriliyor: “Bir Müslümanın din kardeşinin arkasından ettiği hayır dua kabul olur. O dua edince, bir melek “Amin… kardeşin için istediğinin aynısı sana da verilsin“ der. Bir diger Hadis-i Şerif’te ise; “Allah ile arasında perde bulunmayan iki dua vardir. Biri mazlumun duası, digeri de kişinin din kardeşinin giyabında yaptığı duadır.“ buyrulmaktadır.

Dualarınızın kabul olması dileğiyle burada gezi yazıma son veriyorum. Dilerim ki Allah’tan, ne bu topraklarda, ne de dünyanın herhangi bir yerinde bir daha asla böyle zulümler yaşanmaz. Bosna Savaşı biteli neredeyse 20 yıl olmuş ama savaşın izleri hala gri bir sis gibi insanların ve o güzelim şehirlerin üzerinde duruyor. Su an maalesef birçok yerde Müslümanlara karşı sürdürülen adı konulmamış savaş ve soykırımların ne zaman biteceği bile belli değil. Dualarimizdan onları da eksik etmeyelim.

Bu güzel şehirleri gezmemizi ve engin tarih bilgisine sahip olmamız için kusursuz bir gezi tertipleyen İstanbul Tarih Topluluğu Başkanı İbrahim Akkurt’a ve gezinin Bosna kısmının organizatörü Muhammed Cihad Çelik’e, gezimizde üst düzey rehberlik hizmeti sunan Şemsüddin Haliloviç’e ve huzurlu bir gezi geçirdiğimiz diğer katılımcılara teşekkürü bir borç bilirim. 

http://www.istanbultarih.com/haberprint/iyi-insanlarin-ulkesi-bosna-hersek-gezi-notlari-124.html