‘‘YA FETTAH’’ MAKAMI AYASOFYA

Kategori: Araştırma-İnceleme - Tarih: 10 Haziran 2020 16:59
‘‘YA FETTAH’’ MAKAMI  AYASOFYA

‘‘Allah göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun misali içinde çerağ (ışık kaynağı) bulunan bir kandil gibidir. Çerağ bir sırça içerisindedir. Sırça sanki incimsi bir yıldızdır ki doğuya da, batıya da ait olmayan mübarek-kutlu bir zeytin ağacından yakılır. (Bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. Nur üstüne nurdur.

Allah kimi dilerse onu Kendi nuruna yöneltip-iletir. Allah insanlar için (insanların sınırlı anlayışına göre) misaller vermektedir. Allah (Alim'dir) her şeyi hakkıyla bilendir.’’ (Nûr 35)

Doğu Roma İmparatorluğu’na kadar uzanan bir sarmaşık dedim ona. İçinde İstanbul var, bir de gerçek çöl hikâyesi. Elbet yeşerecek bir gün.  Fısıldayacağım, bekle. İçinde Mecnun olan, Leyla’dan nasibini alacak. Ruh aslına dönecek.
 
Kırmızı tuğlaların aheste bestesini dinliyor İstanbul. İlmek ilmek fethe yol alan ‘‘taş’’ların manaya devşirilmesinin öyküsünü haykırıyor. Az gidilip uz gidilemeyeceğini düşünenler hikâyeden uzak olsun. Ve bir gün vazgeçtiğimizin yokluğu nedir, çok iyi öğreneceğiz. Herkes kendi kıyametine doğru yol alırken tarih sahnelerinden bir fetih muştusu daha üfleyecek, sur misali. Ruhu bulmaya ramak kala, aramaya devam. Yaşadıkça özlemeyi unutmayalım. Ahde vefayı da. Siteme hicabı da.
 
Sen, Onun Kronolojisini Biliyor musun?
 
Tarihinde iki kere yıkılmış, üç kez yeniden inşa edilmiştir. İlk olarak 360 yılında Büyük Kilise manasındaki ‘‘Megale Ekklesia’’ adıyla, İmparator Konstantios tarafından yaptırılmış ve uzun seneler imparatorların taç giydirilme törenlerine ev sahipliği yapmıştır. İmparatoriçe Eudoksia ile İstanbul Patriği arasındaki husumet ve neticesinde patriğin sürgün edilmesi üzerine 404’de çıkan halk ayaklanmasında yakılarak yıkılmıştır. İmparator II. Theodosius’un emri ile 415’te tekrardan inşa ettirilen kilise, bu kez de 532’de tüccar-esnaf ve aristokrat sınıfın imparatorluğa karşı çıkardıkları Nika İsyanı’nda harap edilmiştir.
 
Günümüz Ayasofya’sı ise İmparator Justinianos tarafından dönemin mimarları İsidoros ile Anthemios’a yaptırılmış ve 537’te açılmıştır. Tarih sahneleri -mabedin içinde- Justinianos’un, “Ey Süleyman seni geçtim” nidalarına tanık olmuştur. Zira imparator, bu yapıyla Kudüs’ün Hz. Süleyman Tağınağı’nı geçmeye niyetlenmiştir.
 

Ayasofya Demişken…

 
İstanbul’da bir cami içindeki en büyük hat levhalarının bulunduğu Ayasofya;  İkinci Mustafa, Üçüncü Ahmed ve İkinci Mahmud’un hediye ettikleri hat levhalara da ev sahipliği yapar. Ayrıca Sultan Abdülmecid’in tuğRası da burada bulunmaktadır.
 
Sultan Üçüncü Murad’ın Bergama’dan getirttiği ve tarihi Antik Çağlara dayanan su küplerinin bulunduğu Ayasofya, Osmanlı Devleti zamanında bir ilim meclisi vazifesi görmüş, on küsur sınıfıyla derslerin yapıldığı bilim ve araştırma merkezi haline gelmiştir.
 
Avlusunda kilise papazlarının, yöneticilerinin ve din görevlilerinin yaşadığı bir manastır bulunmaktaydı. Fethin ardından bu avluya Sıbyan Mektebi,  iki sebil, üç yüzlü bir çeşme, ihtişamlı orta şadırvan, küçük bir duvar şadırvanı, imarethane, bir medrese, muvakkithane ve iki güneş saati yaptırılmıştır.
 
Bahçesinde üç büyük, bir küçük türbe bulunmaktadır. Bunlardan biri Mimar Sinan tarafından II. Selim için inşa edilmiştir.  Mabetteki tüm mozaikler ve insan figürlü panolar 9.asırdan sonraki döneme aittir. Öncesinde mevcut bulunan yapıtların tümü, ikonoklastik hareketle ortadan kaldırılmıştır.
 
İçinde bulunan kütüphaneye I. Mahmud tarafından 4.000 cilt kitap bağışlanmıştır. Kütüphanenin kapı tokmağında ‘’Ya Fettah’’ yazısı bulunmaktadır. İstenilenin kim olduğunu ifşa etmenin yanında O’na kapı aralamanın da en latif ifadesidir adeta.
 
Ayasofya’yı zikrederken Deisis Mozaği’ni de hatretmek lüzum görür. Hz. İsa’nın kıyamet günü Tanrıdan niyaz dilemesini anlatan mozaikte, Hz İsa’nın yüzünün iki yarısının birbirinden farklı yapılmış olması dikkat çeker.



Hikâyenin farklılaştığı yer:

Fetih. Ruhun aslına dönmesi. Tufan sonrası dinginlik.
 
Peygamber Efendimiz (s.a.s.): “Muhakkak İstanbul feth olunacaktır. Onu fetheden komutan ne güzel komutan ve   O’nu fetheden askerler, ne güzel askerdir.” Hadis-i Şerifinin ‘‘kûn’’ emriyle nefes bulmasının ardından harap haldeki Ayasofya, fethin sembolü olarak Sultan İkinci Mehmed tarafından camiye çevrilmiştir.
O kutlu güne yolculuğa çıkıyoruz. 29 Mayıs 1453 Salı günüydü. Henüz güneş doğarken Fâtih Sultan Mehmed ve Osmanlı askerleri İstanbul’a girdiklerinde, şehrin her tarafında İslâm sancakları dalgalanıyordu. Umûmî fetih sabahın çok erken saatlerinde gerçekleştiği için, Sultan Mehmed Hân şehre öğle vakitlerine doğru girmek istemişti.
Öğle saatlerine doğru kır atının üzerinde, berâberinde hocaları ve ordu kumandanları olduğu hâlde, muhteşem bir alayla Topkapı’dan İstanbul’a giren pâdişâhın yanında, o anda çok sevdiği hocası Akşemseddîn Hazretleri de vardı. Devlet erkânı ile birlikte şehrin içine doğru vakarla ilerleyen pâdişâhın berâberinde; yanındaki çavuşlarından başka, sağında ve solunda yer tutmuş olan iki yüz kişilik bir de solaklar kuvveti bulunuyordu. Bu muhteşem manzarayı izlemeye can atan yerli halk bütün yolları doldurmuştu.


Aman Ya Rabbi… Bu ne muhteşem manzara…


Fâtih Sultan Mehmed Hân çok genç olduğu için herkes hocası Akşemseddîn Hazretleri’ni pâdişah sanıyor ve ona demet demet çiçekler sunuyordu. Akşemseddîn Hazretleri onlara genç pâdişâhı göstererek;"Sultan Mehmed ben değilim, odur!" derken, Sultan Mehmed de; "Siz ona gidiniz! Sultan Mehmed benim amma, o benim hocamdır; şehrin mânevî fâtihi odur!" diyordu.

“Biz toprakları değil, gönülleri fethetmeye gidiyoruz” diyen Sultan Mehmed Hân ve ordusu şehre girdiği sırada, Bizanslılar’ı müthiş bir şaşkınlık ve perişanlık sarmıştı. Asker, sivil bütün halk sağa-sola koşuşuyor ve ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Halktan ve askerlerden Haliç’teki gemilere kaçanlar, hattâ intihar edenler bile vardı. Fakat halkın büyük bir kısmı, kurtuluşun en büyük kiliseye sığınmakla gerçekleşeceğine inandığından Ayasofya’ya doluşmuştu.

Yenilginin ve işgâlin meydana getirdiği bu şaşkınlıkla birlikte, son bir ümitle Ayasofya’ya koşuşan halk, şehrin düştüğü gün Ayasofya’yı ağzına kadar doldurmuş; içeriye girdikten sonra kilisenin kapılarını sımsıkı kapatmışlardı.

Pâdişahtan başka herkesin yaya yürüdüğü muhteşem alay, büyük bir azâmetle ilerleye ilerleye, şehrin içlerine kadar gelmişti. Fâtih Sultan Mehmed, Türk askerlerinin kale burçları dâhil, şehrin her tarafından göklere yükselen tekbîr ve ezân sesleri arasında, nihâyet Ayasofya önlerine geldi.

Ayasofya’ya gelince atından inen pâdişah, burada büyük bir kalabalığın toplanmış olduğunu gördü. Mâbedin sımsıkı kapanan kapıları içeridekiler tarafından açılmayınca, Osmanlı askerleri tarafından kırılarak içeri girildiği zaman, pâdişah; kadın, erkek, çoluk-çocuk her sınıftan insanın meşhur mâbede sımsıkı doluşmuş olduğunu gördü. Muzaffer Türk pâdişâhını karşılarında gören halk ve papazlar, hemen ağlayarak yerlere kapandılar. O zaman, büyük bir kumandan olduğu kadar, zımmîler hakkındaki ilâhî hükme riâyetkâr da bir mümin olduğunu gösteren pâdişah, karşısında eğilen kalabalığın önünde bulunan eski ortodoks patriğine ve etrâfındaki halka;

"Kalkınız! Ben Sultan Mehmed; sana, emsâllerine ve bütün halka söylüyorum ki; bu günden itibâren artık ne hayâtınız ve ne de hürriyetiniz husûsunda benim gazâbımdan korkmayınız!" diye hitapta bulundu. Sonra da, can ve mal korkusu taşıyan Hristiyan halkın hayâtına dokunulmaması için; aralarında Cenevizliler’in de bulunduğu bütün sanat ve ticâret erbâbı ile halkın, din ve mezheb yönünden hür olduklarını ilân eden bir ferman yayınlattı.

Fâtih Sultan Mehmed, Bizans’ın en büyük şâheserlerinden biri olan bu muhteşem mâbedin, Cumâ gününe kadar derhâl câmîiye dönüştürülmesini emretti. Hükümdâr’ın fetihten sonraki ilk Cumâ namazını burada kılmayı arzu ettiğini gören vazîfeliler; pâdişah Ayasofya’dan ayrılıp otağına döner dönmez derhâl faaliyete geçtiler. Hıristiyanlığa âit kutsal eşyâları dışarı çıkarıp, Müslümanların ibâdet edebilmeleri için gerekli olan; mihrap, minber gibi şeyleri üç gün içerisinde hazırlayıp tamamladılar. Nihâyet 1 Haziran Cumâ günü mâiyyetiyle birlikte Ayasofya’ya gelen Fâtih, fetihten sonraki ilk Cumâ namazı’nı bu muhteşem mâbedde kıldı; Akşemseddîn Hazretleri de burada onun adına bir hutbe okudu. Akşemseddîn Hazretleri’nin, 1 Hazîran 1453 târihindeki hutbesiyle ibâdete açtığı Ayasofya Câmii, fethin en büyük timsâli ve Fâtih Sultan Mehmed Hân’ın en büyük fetih ganîmetiydi. Fâtih, fetihten sonra kendisine sunulan Bizans servet ve hazînelerinin hepsini reddetmiş; fetih ganîmeti olarak ancak Ayasofya ile birlikte yedi kiliseyi kabul etmeye râzı olabilmişti.



Peygamberî övgüye mazhar olan Cihân Sultânı, fethin mânevî sembolü Ayasofya’yı, kıyâmete kadar Câmiî olması şartıyla Allah yolunda vakfederek, orada hazır bulunan Müslüman gâzîlere şu sözleri söyledi:

"Benim bu mâbedim, dünya durdukça Cami olarak kalacaktır. Her kim benim bu mâbedimi camilikten çıkarıp başka bir şeye çevirirse; Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onun üzerine olsun! Onlar, hiç hafiflemeyen bir azâbın içinde kalsınlar! Öyle ki, yüzlerine bakan ve kendilerine şefaat eden hiç kimse bulunmasın!.."

Cihân pâdişâhı Fâtih Sultan Mehmed, büyük Rum şehrinin en büyük kilisesini Câmiî’ye tahvil ederek, Kostantîniyye’nin artık bir İslâm şehri olduğunu; 655’ten 1453’e kadar devâm edegelen İslâm akınlarının artık hedefine ulaştığını ve büyük bir İslâm gâyesinin gerçekleştiğini bütün dünyâya ilân ediyordu.

Ayasofya Câmiî 27 Ağustos 1934’te, müzeye çevrilmek üzere ibâdete kapatılmış, içindeki İslâm nişâneleri kaldırılmış ve etrâfındaki medreseler yıkılmıştır. Hattâ ünlü Osmanlı hat üstâdı Kazasker Mustafa İzzet Efendi’ye âit olan, üzerlerinde "Allah Celle Celâlühû""Muhammed Aleyhisselâm" ve dört halîfenin isimlerinin yazılı bulunduğu 7,5 m. çapındaki levhalar, Ayasofya'dan çıkarılmak için yerlerinden sökülmüş ise de; mâbedin hiçbir kapısından sığmayınca tekrar yerlerine asılmıştır.

Sözü şaire bırakıyoruz;


Kalbimin yarısı Ayasofya…
Secdesi prangalı Ayasofya...
Ne çok üzdük seni… Ne çok üzüldük seninle biz…
Aah Ayasofya ah…
Sen secdeye hasret… biz sende secdeye…
Fatih’in Miracı Ayasofya…
Ne güzelsin… ah ne de güzel secde edersin…
SEN SECDEYE VAR, ÜMMET KIYAM ETSİN...


 

Bir kuple şiir, bir tutam hüzün, çokça umuda açılan kapı Ayasofya.
Şarkımın makamı, göğümün zühresi, fethin ruhu.
Kavuşmak dedikleri yakın olsa gerek.
Vuslat demiyorum onun hazzı diğer tarafa.
 
Ya Fettah!
Gönlümüzü genişlet.
Kalbin zehrini dök ve bize ilk kez’indeymiş misali fethi muştula.

 
FATMA BÜYÜKKARA

http://www.istanbultarih.com/haberprint/--ya-fettah---makami--ayasofya-10335.html